Sadece tüm evliliğim bir yalan, onun "saf, her şeye inanan" metresi için oynanan bir oyun olmakla kalmamış, aynı zamanda gizlice "Asla hamile kalmamalı," diye planlar yapan bir adamın çocuğunu taşıyordum.
Yıllardır doğum kontrol haplarımı etkisiz olanlarla değiştirmiş, acımı ve başarısızlık hislerimi kendi elleriyle tasarlamıştı. Hepsi, varlığından bile haberdar olmadığım bir hayatı korumak için.
Son darbe doğum günümde geldi. Demir'in bana "söz verdiği" o meşhur Osmanlı Safiri kolye, acımasız bir zafer nişanı gibi Reyhan'ın boynunda belirdi.
Ve sonra, kendini tanıştırdı: "Teşekkürler... enişte."
İçimde bir şeyler koptu. Benim kolay lokma olduğumu sanıyordu. Ortadan kaybolmamı istiyordu.
Peki. Ben de ortadan kaybolurdum.
Eski bir numarayı aradım, sesim titremiyordu: "Yardımına ihtiyacım var. Kendi ölümümü planlamam gerekiyor."
Bölüm 1
Test çubuğundaki o iki pembe çizgi, hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.
Onlara bakakaldım, kalbim göğüs kafesime sığmayacak gibi mutlu bir ritimle çarpıyordu. Beş yıllık evlilikten, beş yıllık sessiz umutlardan ve fısıltıyla edilen dualardan sonra, nihayet oluyordu.
Hamileydim.
Titreyen elimle testi bir peçeteye sardım ve dikkatlice küçük bir hediye kutusuna yerleştirdim. İşte buydu. Hayatımızı tamamlayacak olan haber buydu.
Demir o kadar mutlu olacaktı ki.
Yüzünü hayal ettim, gözlerinin nasıl parlayacağını, benim kalbimi her zaman ısıtan o geniş, parlak gülümsemesini. Gelecekteki ailemiz hakkında sürekli konuşurdu; oğlumuza beyzbol oynamayı öğretmekten ya da kızımızı bir gün evlendirirken ona eşlik etmekten bahsederdi.
Şu an ailesinin eski yalısındaki çalışma odasındaydı, sessizce çalışmak için gittiği o yerde. O an karar verdim, bekleyemezdim. Bunu telefonda söyleyemezdim. Yüzünü görmeliydim. Anahtarlarımı, çantamı ve içinde tüm geleceğimizi barındıran o küçük kutuyu kaptım. Yolda aklımdan geçen mutlu düşünceler ve planlar yüzünden etrafımdaki her şey bulanıktı.
Eski yalıya vardığımda, beklediğim gibi her yer sessizdi. Anahtarımla içeri girdim, adımlarım kalın İran halılarının üzerinde duyulmuyordu. Mükemmel bir sürpriz olmasını istiyordum. Çalışma odasının kapısı hafif aralıktı, karanlık koridora ince bir sıcak ışık sızıyordu. Alçak, tanıdık sesini duyabiliyordum. Yanında biri vardı.
Kendi kendime gülümsedim, en yakın arkadaşı Levent olduğunu düşündüm. Harika. Bizi ilk tebrik eden o olabilirdi. Kapı tokmağına elimi koyup neşeli bir çığlıkla içeri dalmaya hazırlanarak sessizce yaklaştım.
Ama sonra Demir'in sözlerini duydum ve dünya durdu.
"Asla öğrenemez, Levent. Asla."
Sesi sertti, benim hakkımda konuşurken daha önce hiç duymadığım bir tondaydı. Midemde soğuk bir his belirdi. Neyi öğrenemezdim?
Levent'in sesi gergindi. "Demir, bu delilik. Beş yıl. Beş yıldır ikili bir hayat yaşıyorsun."
"Gerekliydi," diye çıkıştı Demir. "Reyhan anlıyor. Neyin tehlikede olduğunu biliyor."
Reyhan.
İsim beynime bir tokat gibi indi ama bir anlam veremedim. Reyhan Çelik, ailemin hayır kurumunun bir zamanlar sponsor olduğu, uzaktan tanıdığım meteliksiz bir sanatçıydı. Demir ondan her zaman bir tür acımayla, bizim şansımızdan dolayı kendimi biraz suçlu hissetmeme neden olan küçümseyici bir tonla bahsederdi.
"Anlıyor mu? O senin karın, Demir! Gerçek karın!" Levent'in sesi inanamaz bir şekilde yükseldi.
Nefesim boğazımda düğümlendi. Nefes alamıyordum. Kulağımı kapının soğuk, ağır ahşabına yapıştırdım, vücudum donmuştu.
"Peki ya Selin?" diye sordu Levent, sesi şimdi daha yumuşaktı.
Bir bardaktaki buzların şıngırtısını duydum, ardından Demir'in uzun bir iç çekişini. "Selin... o farklı. Onu kendimce seviyorum. Saf, uysal. Her şeye inanıyor. Hayatı kolaylaştırıyor."
Sözleri zehirdi. Her bir hecesi, fiziksel bir darbe gibi hissettiren sıradan bir zalimlikle damlıyordu. Saf. Uysal. Kolay. Beni bir evcil hayvandan bahseder gibi anlatıyordu.
"Ama Reyhan benim karım," dedi Demir'in sesi, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kararlıydı. "Bana Toprak'ı verdi. O benim oğlum, benim vârisim. Yaptığım her şey onun mirasını korumak, Arslanoğlu soyadını güvence altına almak için."
Toprak. Bir oğlu. Bir oğlu vardı.
Elimdeki hediye kutusu birden ağırlaştı, iğrenç geldi. Sürprizim, sevincim, hepsi bir şakaydı. Şakanın ta kendisi bendim.
Demir'in güldüğünü duydum, alçak, acı bir sesti. "Reyhan'la bir anlaşma yaptık. O statüyü, güvenceyi alıyor. Toprak her şeyi alıyor. Ben de... huzuru. Sorunsuz bir hayatı."
"Buna huzur mu diyorsun?" Levent'in sesi tiksinti doluydu. "Herkese yalan söylüyorsun. Peki ya Selin? O ne bu işte?"
Uzun bir sessizlik oldu. Nefesimi tuttum, kulaklarım son, kahredici gerçeği duymak için gerilmişti.
"O, birlikte olmayı sevdiğim kadın," dedi Demir, sesi benimle her zaman kullandığı o samimi tona bürünmüştü. Bana söylediği her yalana inanmamı sağlayan o ton. "Ama o benim karım değil. Hiçbir zaman karım olmayacaktı. O metres. Çok, çok sevilen bir metres, ama yine de bir metres."
Kelime havada asılı kaldı, çirkin ve kesindi.
Metres.
Ayaklarımın altındaki zemin kayboldu sanki. Duvara yaslandım, kanım yüzümden çekilmişti. Tüm evliliğim, son beş yılımdaki tüm hayatım bir yalandı. Özenle kurulmuş bir sahtekârlık. Her "seni seviyorum," her paylaşılan hayal, her şefkatli dokunuş bir performanstı.
Ben sadece bir yan parçaydım, onun gerçek hayatından hoş bir sapma. Gerçek karısı ve gerçek oğlu başka bir yerde yaşarken, benim sandığım unvanları taşırken, eğlence için tuttuğu kadındım.
Zihnim boşaldı. Şok, beni tamamen içten oyan fiziksel bir güçtü. Düşünemiyordum. Hissedemiyordum. Sadece onun sesi vardı, kafamın içinde yankılanıyor, dünyamı parça parça ediyordu. Ben bir aptaldım. Saf, her şeye inanan bir aptal.
Ve asla gerçekten benim olmamış bir adamın çocuğunu taşıyordum.