O gece, üniversiteye kabul edildiğini Boran'a söylemeye çalıştı, ama nişanlısı Kloé Erbil neşeli bir telefonla araya girdi ve Boran'ın Kloé'ye söylediği şefkatli sözler, Ceyda'nın kalbine birer kor gibi düştü. Bir zamanlar o şefkatin sadece kendisine ait olduğunu, Boran'ın onu nasıl koruduğunu ve ona olan aşkını bir günlüğe ve bir aşk mektubuna nasıl döktüğünü hatırladı. Ama Boran mektubu görünce çıldırmış, "Ben senin abinim!" diye bağırarak mektubu yırtıp atmıştı.
Boran kapıyı çarpıp gitmiş, Ceyda'yı yırtık parçaları özenle bir araya getirmeye çalışırken yalnız bırakmıştı. Ancak aşkı ölmemişti, Boran eve Kloé'yi getirip ona "Yengen de," dediğinde bile.
Şimdi anlamıştı. O yangını kendi kendine söndürmek zorundaydı. Boran'ı kalbinden söküp atmalıydı.
Bölüm 1
Boran Atahan'dan vazgeçmeye karar verdikten on sekiz gün sonra, Ceyda Arsoy beline kadar uzanan saçlarını kesti. Aynanın karşısına geçti ve parmaklarının arasında kıvrılan dumanıyla ilk sigarasını içti. Tadı acıydı.
O gece, ülkenin diğer ucundaki babasını aradı.
"Baba, Ege Üniversitesi'ni kazandım."
Sesi kısıktı.
"İzmir'e taşınmak istiyorum. Tekrar seninle olmak istiyorum."
Hattın diğer ucundaki babası Faruk Çınar'ın sesi şaşkın geliyordu. "Annenle boşandıktan sonra buraya yerleştim. Sana her zaman misafir öğrenci olarak gelmeni söyledim ama sen üvey abin Boran'ın yanında kalmakta ısrar ettin. Neden bu ani değişiklik?"
Ceyda kızarmış ve şişmiş gözlerini indirdi. Zoraki, hafif bir kahkaha attı.
"Bazı yolların sonuna gelmeden çıkmaz sokak olduğunu anlayamazsın."
Duraksadı, sesi hafifçe titriyordu.
"Boran evleniyor. Artık kan bağı olmayan bir kardeş olarak ona yapışıp kalmam doğru değil."
Babası içini çekti, sesi şefkat doluydu. "Bunu anlaman iyi olmuş. Annenle Bay Atahan yıllardır dünyayı geziyor, seni Boran'a emanet ediyorlardı. Artık büyüdün. Benimle yaşama zamanın geldi. Hem okur hem de şirketi yönetmeyi öğrenirsin."
"Tamam," dedi Ceyda ve telefonu kapattı.
Telefonun karanlık ekranındaki yansımada şişmiş gözlerini gördü. Banyoya gidip yüzüne soğuk su çarptı. İzmir'e gitmesine iki hafta vardı. Kendini toparlamalıydı.
Koridorda yürürken çalışma odasının ışığının yandığını fark etti. Bir an tereddüt etti, sonra telefonundan e-kabul mektubunu açıp kapıyı çaldı.
"Tık, tık, tık."
İçeride, Boran Atahan masasında oturuyordu. Koyu mavi ipek bir pijama takımı giymişti ve kemerli burnunun üzerinde altın çerçeveli bir gözlük duruyordu. Bilgisayarında bir şeyler yazarken zarif, mesafeli ve disiplinli görünüyordu.
"Boran," dedi Ceyda usulca. Bu adam onun üvey abisiydi. Aynı zamanda tüm gençliğinin gizli, saklı aşkıydı.
Boran ekranından başını kaldırdı, kaşları hafifçe çatıktı. "Bir sorun mu var?"
Ceyda dudaklarını büzdü, tereddüt etti. "Üniversite sonuçları açıklandı..."
Cümlesini bitiremeden, sevimli, neşeli bir zil sesi sessiz odayı delip geçti. "Aşkım, telefonu aç~"
Boran'ın çatık kaşları anında kayboldu. Telefonunu aldı ve hattın diğer ucundaki kişiyi dinlerken yüzüne nazik bir gülümseme yayıldı.
"Kloé, düğün organizatörüyle doğrudan çalışabilirsin. İstediğin tasarımları ayarlamalarını söyle yeter. Unutma, para sorun değil."
Ceyda'nın göğsüne keskin bir acı oturdu. Boran'ın şefkati bir zamanlar sadece ona aitti.
Sekiz yaşındayken, yeniden evlenen annesi onu Atahanların evine getirmişti. O devasa köşkün içinde, kaybolmuş ve yalnız bir şekilde garipçe duruyordu. O zamanlar küçük olan Boran, kolej üniformasıyla yanına gelip elini tutmuştu. "Küçük kız, ben artık senin abinim," demişti.
On yaşındayken karanlıktan korkuyordu. Boran gizlice harçlıklarını biriktirip ona bir Totoro gece lambası almıştı. "Korkma," demişti. "Totoro'nun Mei'yi koruduğu gibi, ben de seni koruyacağım."
Gençlik yıllarında Boran, onun dünyasındaki güneşti. Sakladığı aşkı ona nasıl anlatacağını bilemediği için her şeyi bir günlüğe, tekrar tekrar yazmıştı.
Sonra, on yedinci doğum gününde, Boran üniversiteden mezun olmadan hemen önce, ona her şeyini verdi. Duygularıyla dolu günlüğü ve kalbini döktüğü bir aşk mektubunu...
O gün Boran çıldırmıştı. Hediye kutusunu ters çevirmiş, içindekileri yere saçmıştı.
"Ceyda Arsoy, sen hasta mısın? Ben senin abinim!" diye bağırmıştı.
Ama Ceyda inatçıydı. "Kan bağımız yok. Sen benim gerçek abim değilsin. Yıllardır beni şımarttın, korudun ve kolladın. Sana aşık olmam doğal değil mi?"
İnatçılığı zulümle karşılık bulmuştu. Aşk mektubunu acımasızca parçalara ayırmıştı.
"Böyle bir aptallık yapacağını biliyordum. Yıllardır seninle hiç uğraşmamalıydım! Aile sevgisiyle romantik aşk arasındaki farkı bile ayırt edemiyorsun!"
O gün arkasına bile bakmadan evi terk etmişti. Ceyda ağlayarak yerdeki yırtık parçaları toplamıştı. Onları odasına götürmüş ve özenle bantlayarak birleştirmişti. Ama mektup yara bere içindeydi, eski halinin bir yama işi gibiydi.
Başarısız itirafı, ona olan aşkını öldürmemişti. Daha çok çalışmış, onun okuduğu üniversiteye girmeye, aynı şehirde kalmaya kararlıydı.
Ama liseden mezun olduğu gün, Boran eve Kloé Erbil adında bir kadın getirdi.
"Ceyda, ona 'yenge' de," demişti.
O gece Ceyda nefesi kesilene kadar ağladı. Dikenlerin arasından ona ulaşmak için attığı doksan dokuz adımın hiçbir anlamı olmadığını nihayet anlamıştı. O ve Boran sadece kardeş olabilirdi. Başka bir ihtimal yoktu.
Yıllardır kalbinde yanan o yoğun aşk, şimdi onu diri diri yakan bir ateş gibiydi.
Şimdi anlamıştı. O yangını kendi kendine söndürmek zorundaydı. Boran'ı kalbinden söküp atmalıydı.