Sevdiğim adamın beni yok etmelerini öylece izlemesini seyrettim, bir kalbin nasıl bu kadar kayıtsızlığın en dibine batabildiğini merak ederek.
Kırılmıştım ama yenilmemiştim. 'Sus payı'nı Paris'te kendimi yeniden inşa etmek için kullandım ve beş yıl sonra, beni gerçekten el üstünde tutan bir adamın yanında, ünlü bir heykeltıraş olarak ortaya çıktım.
Ancak yeniden bulduğum mutluluk, Aras'ın içinde korkunç bir takıntıyı ateşledi ve çarpık bir şekilde iddia ettiği gibi, ona yanlış yaptığını düşündüğü herkese karşı dehşet verici bir intikam dalgası başlattı.
Bu vahşi "adaletin" beni geri kazanacağını sanıyordu, ama tek gösterdiği şey, sevdiğim adamın dönüştüğü gerçek bir canavara, bir yabancıya olduğuydu.
Bölüm 1
Elif Tekinsoy, lüks çatı katı dairesinin salonunda Maya'nın karşısında oturuyordu.
Tavana kadar uzanan pencerelerden içeri dolan bahar güneşine rağmen hava buz gibiydi.
Elif Hanım'ın gülümsemesi gözlerine ulaşmıyordu.
Cilalı maun masanın üzerinden bir çek uzattı.
"Beş milyon lira, Maya Hanım."
Sesi pahalı bir ipek gibi pürüzsüzdü.
"Aras'ın hayatından çıkıp gitmeniz için. Ülkeyi terk edin. Kalıcı olarak."
Elif Hanım'ın bakışları Maya'nın basit elbisesinin üzerinde gezindi, sessiz bir yargılamaydı bu.
"Onun koruması gereken bir... imajı var. Anlıyorsunuzdur."
Maya çeke baktı. Rakamın sonunda çok fazla sıfır vardı.
Hayal bile edemeyeceği kadar çok paraydı.
İçinde bir boşluk, sessiz bir sızı hissetti.
Elif Hanım'ın beklenti dolu bakışlarıyla karşılaştı.
"Peki."
Elif Hanım'ın mükemmel şekilli kaşı hafifçe kalktı.
Gözyaşları, tartışmalar, belki daha fazlasını talep etmesini beklemişti.
Maya'nın bu sakin kabullenişi tedirgin ediciydi.
"Elbette bir gizlilik sözleşmesi imzalayacaksınız."
"Elbette." Maya'nın sesi dümdüzdü.
Daha sonra Maya, sessiz çatı katı dairesinde yürüdü.
Burası devasa, soğuk, ona ait olmayan eşyalarla doluydu.
Yan sehpadan çerçeveli bir fotoğraf aldı.
Kendisi ve Aras, aylar önce küçücük Karaköy dairelerinde çekilmişti.
Aras'ın kolu omzundaydı, gülümsemesi geniş ve içtendi.
Fotoğraftaki Aras gitmişti.
Ama onun anısı capcanlıydı.
Maya'nın eski Karaköy dairesinin kirli camına yağmur yağıyordu.
Lokantadaki vardiyasından çıkmış, yorgun, ayakları sızlıyordu.
Eve kestirme olsun diye ara sokağa saptığında onu gördü.
Gölgelerin arasında büzüşmüş bir karaltı, yüzünde ve giysilerinde kan lekeleri koyulaşmıştı.
Üzerinde kimlik yoktu, cüzdan yoktu, sadece pahalı, yırtık bir takım elbise vardı.
Gözlerini açtığında, bakışları boştu.
"Ben... ben kimim?" diye fısıldamıştı, sesi boğuktu.
Onu evine aldı.
Dairesi tek kişiye zor yetiyordu, küçücük, döküntü bir yerdi.
Ama onu orada bırakamazdı.
Yoksulluğun sınırında yaşıyorlardı.
Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan Aras, bulabildiği her işi yapıyordu.
Bulaşıkçılık. Kuryelik.
Asla şikayet etmedi.
Nazik, kibardı, gözleri içini ısıtan basit bir sadakatle doluydu.
Aralarında paylaşılan zorluklar ve fısıldanan hayaller üzerine kurulu, derin, saf bir aşk büyüdü.
Aylarca para biriktirdi, küçük miktarları bir kenara ayırdı.
Bir gün eve küçük, kadife bir kutuyla geldi.
İçinde gümüş, antika bir madalyon vardı.
Bir antikacı dükkanının vitrininde ona hayranlıkla baktığını görmüştü.
Rahmetli anneannesinin sahip olduğu bir tanesini hatırlatıyordu.
"Senin için, Maya," demişti, sesi duygu doluydu.
O gece ona sıkıca sarıldı.
"Seni her zaman hatırlamak istiyorum, Maya Kaya," diye fısıldadı tenine.
Ertesi hafta, kalbinin üzerine yaptırdığı taze bir dövmeyle eve geldi.
Onun baş harfleri. M.K.
Kızarmış ve şişmişti, ama acısına rağmen gülümsedi.
"Gördün mü? Benimlesin. Her zaman."
Sonra baş ağrıları başladı.
Anlamlandıramadığı görüntü parlamaları.
Sokakta tesadüfi bir karşılaşma, unutulmuş bir hayattan bir yüz.
Hafızası bir sel gibi geri geldi, tanıdığı adamı boğarak.
Aras Tekinsoy III, Tekinsoy Holding'in tek varisi.
Dünya değişti.
Onu küçücük Karaköy dairesinden bu lüks Bebek çatı katına taşıdı.
Ama sevdiği Aras yok olmuştu.
Soğuk, mesafeli biri oldu.
Günleri şirket devralmaları, yönetim kurulu toplantıları, ailesinin adının ağır yüküyle doluydu.
Artık pahalı takımlar giyiyor, saçı mükemmel bir şekilde yapılıyordu.
O rahat gülümseme gitmiş, yerine korunaklı, ciddi bir ifade gelmişti.
Onunla konuşmaya, tanıdığı adama ulaşmaya çalıştı.
Elini okşadı, umursamaz bir jestle.
"Meşgulüm, Maya. Sonra konuşuruz."
O 'sonra' hiç gelmedi.
Sonra magazin sütunları başladı.
Selin Vural.
Çocukluk arkadaşı. Rakip bir iş adamının kızı.
"Yükselen Güç Çifti."
Galalarda, yardım etkinliklerinde, özel restoranlarda fotoğrafları.
Selin, sarışın, güzel, onun dünyasına mükemmel bir şekilde aitti.
Aras, Selin'e artık Maya'ya gülümsemediği bir şekilde gülümsüyordu.
Her fotoğraf yeni bir acıydı.
Maya biliyordu.
Ben çamurdum, o bulut.
Ben tozdum, o ay.
Onların basit, saf aşkı bu seçkin havada hayatta kalamazdı.
Onu boğuyordu.
Beş milyon lira.
Paris.
Bir zamanlar Karaköy'deki Aras'la paylaştığı bir hayal.
Sanat okumak, sonunda özlemini duyduğu heykeltıraş olmak için bir hayal.
Annesinin parasını onun dünyasından kaçmak ve kendi dünyasını kurmak için kullanacaktı.
Eşyalarını hızla topladı.
Aras'la son bir kez konuşması gerekiyordu.
Yalvarmak için değil, fikrini değiştirmek için değil.
Sadece sevdiği adamın hayaletine veda etmek için.
Sekreteri ona 'Boğaz'ın İncisi'nde, bir Michelin yıldızlı restoranda olduğunu söyledi.
Tabii ki Bayan Vural ile birlikte.
Onları gözlerden uzak bir masada buldu.
Selin gülüyordu, eli Aras'ın kolundaydı.
Aras başını kaldırdı, Maya'yı gördü.
Yüzü dondu. Gözlerinde bir anlık öfke parladı, sonra utanç.
Aniden ayağa kalktı.
"Maya? Ne işin var burada?" Sesi keskin, soğuktu.
Biri onları birlikte görecekmiş gibi etrafına bakındı.
"Beni mi takip ediyorsun?"
Suçlama canını yaktı.
Selin'in gülümsemesi şeker gibi tatlı, gözleri buz gibiydi.
"Aras, hayatım, kaba olma."
Maya'ya döndü, sesi sahte bir tatlılıkla damlıyordu.
"Maya, değil mi? Lütfen, bize katıl. Bolca yer var."
Maya kaçmak istedi, ama ayakları yere kök salmış gibiydi.
O reddedemeden, Selin garsona işaret ediyordu.
"Bir servis daha lütfen. Ve misafirimiz için Büyük Deniz Mahsulleri Tabağı alalım."
Selin, Maya'ya gülümsedi. "Deniz ürünlerini seversin, değil mi?"
Maya'nın kanı dondu.
Şiddetli bir kabuklu deniz ürünleri alerjisi.
Aras biliyordu.
Karaköy'deki Aras biliyordu. Bir keresinde farkında olmadan bulaşmış bir çorba içtiğinde onu acil servise götürmüştü. Doktorlar iyi olduğunu söyleyene kadar, yüzü korkudan bembeyaz kesilmiş bir halde elini tutmuştu.
Şimdi Aras'a baktı.
Bakışlarını karşıladı, sonra hızla başka yöne baktı.
Tek kelime etmedi.
Bu sessizlik, suratına inen bir tokat gibiydi.
Garson devasa tabağı Maya'nın önüne koydu.
Karides, ıstakoz, yengeç, istiridye.
Sadece kokusu bile midesini bulandırdı.
Selin, gözlerinde yırtıcı bir parıltıyla onu izliyordu.
Aras şarap kadehine bakıyordu, çenesi kasılmıştı.
Konuşmadı. Müdahale etmedi.
Sevdiği adam, kalbinin üzerinde baş harflerinin dövmesi olan adam, onun boğulmasını izledi ve hiçbir şey yapmadı.
İşte o an anladı.
Karaköy'deki Aras gerçekten ölmüştü.
Bu soğuk yabancı onun yerini almıştı.