Dünyam bulanıklaşmış bir halde eve doğru sendeledim, Hakan ve Cansu'yu oturma odamızda tartışırken buldum. "O sefil kadın için rol yapmaktan nefret ediyorum!" diye çığlık atıyordu Cansu. Kocam Hakan ise, "Seni seviyorum. Hep seni sevdim," diye yalvarıyordu.
Uğruna her şeyimi feda ettiğim, onu yok edeceğine yemin eden adam, şimdi beni öldürmeye teşebbüs eden kadınla evcilik oynuyordu. Ve ben, onun evinde yaşayan, yatağında uyuyan, yalanlarına inanan bir aptaldım.
Beş yıl öncesinden kalma hayali bir sızı olan karnımdaki acı, ruhumdaki derin yarayı yansıtarak yeniden alevlendi. Artık onun kurbanı olmayacaktım.
"Emre," dedim telefona, sesim net ve kararlıydı. "Yardımına ihtiyacım var. Ölmem için bana yardım etmeni istiyorum."
Bölüm 1
Nüfus Müdürlüğü'ndeki flüoresan lambalar, odadaki her yüzdeki sıkıntıyla uyumlu, tekdüze ve sonsuz bir sesle uğulduyordu. Sadece ehliyetimin bir yedeğine ihtiyacım vardı. Geçen hafta cüzdanımı kaybetmiştim; basit, can sıkıcı bir aksilik. Ya da ben öyle sanıyordum.
Sert plastik sandalyede oturuyordum, numaram nihayet bankonun üzerindeki ekranda yanıp sönmeye başladı. E47.
Gişeye yürüdüm. Camın arkasındaki kadın yorgun görünüyordu. Sakızını yavaşça çiğniyor, gözleri zar zor bana bakıyordu.
"İyi günler," dedim neşeli görünmeye çalışarak. "Yeni bir ehliyet çıkarmak istiyorum. Elif Çetin."
Adımı bilgisayarına yazdı, bir anlığına tek ses uzun tırnaklarının klavyedeki tıkırtısıydı. Sakız çiğnemesi durdu. Ekrana gözlerini kıstı.
"Elif Çetin," diye tekrarladı. Bana baktı, sonra tekrar monitöre. "Burada bir sorun var."
"Sorun mu?" diye sordum. "Fotoğrafım mı eski?"
"Hayır," dedi düz bir sesle. "Medeni durumunuz. Boşanmış görünüyorsunuz."
Lambaların uğultusu aniden daha yüksek gelmeye başladı. Odadaki hava ağırlaştı. Zoraki bir kahkaha attım.
"Ah, bir yanlışlık olmalı," dedim. "Ben evliyim. Kocam Hakan Arsoy. Beş yıldır evliyiz."
Kadın, hafif nane kokan bir nefesle iç geçirdi. Monitörünü hafifçe bana doğru çevirdi. "Sistem, Hakan Arsoy'dan üç yıl önce boşandığınızı söylüyor."
Gülümsemem dondu. Kanım çekildi. Bu sadece bir yanlışlık değildi. Bu imkansızdı.
"Bu doğru olamaz," diye ısrar ettim, sesim biraz titriyordu. "Lütfen, tekrar kontrol edin. Bir sistem hatası olmalı."
Bu sefer daha dikkatli bir şekilde tekrar yazdı. Başını salladı. "Hata yok. Boşanma üç yıl önce, 12 Ekim'de kesinleşmiş. Kayıtlar net."
Zihnim allak bullak oldu. Üç yıl önce. O ay İtalya'da tatildeydik. Hakan o kadar ilgili, o kadar sevgi doluydu ki. Bana pırlanta bir bilezik almış, benimle geçirdiği her günün bir hediye olduğunu söylemişti.
Hiç mantıklı gelmiyordu.
Memur tekrar ekranına baktı, ifadesi sıkıntıdan bir anlık acımaya dönüştü.
"Ve," diye ekledi usulca, "Bay Arsoy'un yeniden evlendiği yazıyor."
Ayaklarımın altındaki zemin kayıyor gibiydi. "Yeniden mi evlenmiş? Kiminle?"
"Cansu Koral," dedi kadın, ekrandan okuyarak. "Boşanmanızın kesinleştiği günün ertesi günü evlenmişler."
Cansu Koral. Bu isim bana fiziksel bir darbe gibi çarptı. Bir mide bulantısı dalgası beni sardı.
Kadın henüz bitirmemişti. Şimdi gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "Ve... bir çocukları var. Bir oğulları. Can Koral. İki yaşında."
Görüşüm tünel gibi daraldı. Nüfus Müdürlüğü'nün sesleri boğuk bir uğultuya dönüştü. Bir oğlu vardı. Cansu Koral'dan bir oğlu.
Cansu. Beni öldürmeye çalışan kadın.
Beş yıldır gömdüğüm anı zihnimde patladı. Düğün günümüz. Güneş parlıyordu. Hakan bana o kadar büyük bir aşkla bakıyordu ki kalbim sızlıyordu. Nikah masasında, yeminlerimizi etmek üzereydik.
Sonra, kaos.
Cansu Koral, yüzü nefretle çarpılmış, adımı haykırıyordu. Ailesi, Hakan'ın ezdiği bir iş rakibiydi ve intikam yemini etmişti. Bıçakla Hakan'a saldırdı.
Düşünmedim. Kendimi onun önüne attım.
Acı keskin ve yakıcıydı. Karnıma saplandı. Aşağıya baktığımı, gelinliğimin bembeyaz renginin iğrenç, parlak bir kırmızıya döndüğünü hatırlıyorum. Hakan'ın çığlığını, yüzünün dehşet ve öfke maskesine dönüştüğünü hatırlıyorum.
Bayılmadan önce gördüğüm son şey, Hakan'ın, "Bunun bedelini ödeteceğim sana, Cansu! Hayatım üzerine yemin ederim, seni mahvedeceğim!" diye kükremesiydi.
Bir hastane yatağında uyandım. Doktorlar hayatta kaldığım için şanslı olduğumu söylediler. Ama bıçak onarılamaz bir hasar vermişti. Asla çocuk sahibi olamayacaktım.
Hakan haftalarca yatağımın başında oturdu. Elimi tuttu, gözleri yaşlarla doluydu. Beni sonsuza dek seveceğine, isteyeceği tek kadının ben olduğuma yemin etti. Fedakarlığımın karşılığını ödeyeceğini, aşkımızın yeterli olacağını söyledi.
Cansu'yu mahvetme sözünü tuttu. Ailesinin şirketinden geriye kalanı iflas ettirdi, onu şehirden sürdü ve sosyal bir parya olmasını sağladı.
Ondan nefret etmişti. Acı çekmesi için yemin etmişti.
Peki nasıl?
Nasıl onunla evli olabilirdi? Nasıl bir oğulları olabilirdi?
Nüfus Müdürlüğü'nden dışarı sendeledim, parlak İstanbul güneşi sert ve soğuk geliyordu. Dünya renk ve gürültüden ibaret bir karmaşaydı, ama içimde hissizdim, donmuştum.
Hayatım, evliliğim, üzerine tüm dünyamı kurduğum aşk, hepsi bir yalandı. Beş yıldır çifte bir hayat yaşıyordu. Üç yıldır, onun evinde yaşayan, yatağında uyuyan, kendimi onun sevgili karısı sanan eski karısıydım.
Son birkaç yılı düşündüm. Giderek uzayan ve sıklaşan iş gezileri. Eve geç geldiği, benim olmayan bir parfüm koktuğu ve bunu bir müşteriye yüklediği geceler. Hiç yoktan sinirlendiği, fazla duygusal, fazla muhtaç olduğumu, bir şeyler kurduğumu söylediği zamanlar.
Gaslighting. Kelime zihnimde belirdi, çirkin ve keskin. Yıllardır bana psikolojik şiddet uyguluyordu ve ben aşkımdan göremeyecek kadar kördüm.
Sonunda eve vardım. Bizim evimize. Benim için aldığını söylediği eve. Aşkımızın bir kanıtı.
Araba yolundan yukarı yürürken içeriden sesler duydum. Öfkeli, tanıdık bir ses. Hakan'ın.
Ve bir kadının. Cansu'nun.
Oturma odasının büyük penceresinin yanında durdum, vücudum kendi ellerimle diktiğim sık çalıların arkasında gizliydi.
İçeride Hakan volta atıyordu, yüzü bir duygu fırtınasıydı. Cansu şöminenin yanında duruyordu, kollarında küçük bir erkek çocuğu tutuyordu. Can. Oğlu. Hakan'ın oğlu.
"Artık dayanamıyorum, Hakan!" Cansu'nun sesi zehir gibi keskindi. "Senden nefret ediyorum! Seni görmekten, o sefil kadın için rol yapmaktan nefret ediyorum!"
Hakan volta atmayı bıraktı. Elini saçlarından geçirdi, çaresiz görünüyordu. "Cansu, lütfen. Bunu sadece senin için yaptığımı biliyorsun. Seni seviyorum. Hep seni sevdim."
Daha fazla kırılamayacağını düşündüğüm kalbim, milyonlarca küçük parçaya ayrıldı.
"Aşk mı?" diye alay etti. "Ailemi mahvettin! Buna aşk mı diyorsun?"
"Zorundaydım," diye yalvardı, sesi çatlıyordu. "Sana takıntılıydım. Seni kaybedemezdim. Her şeyi yapardım."
"Peki ya o?" diye tükürdü Cansu, gözleri saf bir nefretle parlıyordu. "Ya senin o değerli Elif'in?"
Hakan'ın yüzü bir çatışma içinde büküldü. "Ben... onu da seviyorum."
"İkimize birden sahip olamazsın!"
Kolunu tuttu, sıkıca kavradı. "Gitmesine izin vermeyeceğim. Seni daha çok seviyorum, Cansu. Bunu bilmelisin. Seni o kadar çok seviyorum ki Elif'ten gizlice boşandım. Seninle evlendim. Her yasayı çiğnedim, tüm itibarımı riske attım, sırf seni karım yapmak için."
"Oğlumun annesisin," dedi, sesi çaresiz bir fısıltıya düştü. "Lütfen, Cansu. Sadece kal. Her şeyi yaparım."
Kollarındaki küçük çocuk ağlamaya başladı. "Anneciğim, gitme. Babamın bizimle kalmasını istiyorum."
Hakan'ın yüzü çocuğa bakarken yumuşadı. Titreyen bir elini uzattı. "Can, oğlum, sorun yok. Annen bir yere gitmiyor."
Cansu'nun ifadesi bir an değişti. Çocuktan Hakan'a baktı. Eğilip Hakan'ı öptü, uzun, sahiplenici bir öpücük. Çocuk ellerini çırptı, sessiz odada küçük, mutlu bir ses.
Dışarıda duruyordum, bir hıçkırığı bastırmak için elimi ağzıma bastırmıştım. Vücudum kontrolsüzce sarsılıyordu. Beş yıl öncesinden kalma donuk bir yankı olan karnımdaki acı, ruhumdaki derin yarayı yansıtan hayali bir sızıyla yeniden alevlendi.
Beni bir zamanlar sevmişti. Bana sarılmış ve bir ömür boyu söz vermişti. Ayaklarıma kapanmış ve hayatını kurtardığım için, onun için anne olma hayalimden vazgeçtiğim için bana teşekkür etmişti.
Ve hepsi bir yalandı. Zalim, ayrıntılı bir şaka.
Beni öldürmeye teşebbüs eden kadınla evcilik oynayan bir adam için her şeyini feda eden aptaldım.
Paylaştığımız güzel anılar zihnimde küle döndü. Her sevgi dolu söz, her şefkatli dokunuş şimdi bu ifşaatla lekelenmiş, zehirlenmişti.
Değişmemişti. Sadece daha iyi bir yalancı olmuştu.
Soğuk, sert bir kararlılık üzerime çöktü. Titreme durdu. Acı çekildi, yerini buz gibi bir sakinliğe bıraktı.
Artık onun kurbanı olmayacaktım.
Elimin tersiyle yüzümdeki yaşları sildim. Telefonumu çıkardım, parmaklarım rehberimde gezinirken sabitti.
İsmi buldum. Emre Tekin.
Arama tuşuna bastım. İlk çalışta cevap verdi.
"Elif?" sesi sıcak ve endişeliydi. "Her şey yolunda mı?"
Kendi sesim net ve kararlı çıktı, her türlü duygudan arınmış.
"Emre," dedim. "Yardımına ihtiyacım var. Ölmem için bana yardım etmeni istiyorum."