Beni esir alanlarla birlikte bağlı bir halde bırakıp onunla birlikte uzaklaşmasını izledim. "Senin için geri döneceğim" sözü zalim bir yalandı. Daha sonra hastanede, Cemre'ye olan aşkını itiraf ettiğini duydum ve bu benim kaderimi belirledi. En büyük ihanet ise hamile olduğumu öğrendiğimde geldi; onların samimi kucaklaşmasına tanık olduktan sonra bebeğimizi kaybettim.
Acı dayanılmazdı, içimi parçalayan kavurucu bir ıstıraptı. Onu her zerremle sevmiştim ve o beni ölüme terk etmiş, sonra da kayıtsızlığıyla bana işkence etmişti.
Ama kurban olmayacaktım. Paramparça olmuş hayatımızın bir sembolü olan evimizi ateşe verdim ve şirketimizdeki hisselerimi en büyük rakibi Emir Soykan'a sattım. Artık bitmişti. Özgürdüm.
Bölüm 1
Terk edilmiş deponun havası pas ve nemli beton kokusuyla doluydu. Ellerim arkamdan bağlanmıştı, kaba ip bileklerimi kesiyordu. Karşımda, on yıllık kocam Kaan da aynı durumdaydı. Aramızda ise yerde büzülmüş bir halde Cemre Akay yatıyordu.
Ağlıyordu, küçük bedeni titriyordu. "Kaan, çok korkuyorum," diye fısıldadı, sesi teatral bir tondaydı.
Kaçırılanlardan biri, yüzünü ikiye bölen kesik izli bir adam, güldü. Silahını Kaan'a doğrulttu. "Şanslı adamsın, Kaan Atasoy. Zirve Holding'in CEO'su. Zengin. Ama bugün şansın yaver gitmeyecek. Bugün bir seçim yapacaksın."
Silahıyla işaret ederek namluyu benimle Cemre arasında gezdirdi. "Buradan birinizle çıkacaksın. Diğeri kalacak. Peki, kim olacak? Karın mı, yoksa hayatını kurtaran adamın kızı mı?"
Kalbim durdu. Bu bir kabustu. Kaan'ın gözleri benimkilerle buluştu ve bir anlığına sevdiğim adamı, birlikte bir imparatorluk ve bir hayat kurduğum adamı gördüm.
Sonra bakışları Cemre'ye kaydı. Cemre, gözleri fal taşı gibi açılmış ve yaşlarla dolu bir şekilde ona baktı. "Kaan... babam..."
Tek gereken buydu. Kendi deyimiyle 'can borcu'. Savaşta ölen asker arkadaşı olan babasının hayaleti aramızda duruyordu. Her zaman durmuştu.
"Cemre'yi seçiyorum," dedi Kaan, sesi zorlanarak çıkmıştı.
Bu sözler bana fiziksel bir darbeden daha sert vurdu. On yıl. On yıllık aşk, ortaklık, birlikte bir hayal kurma, hepsi tek bir anda silinip gitmişti.
Kaçırılanlar Kaan'ın iplerini kesti. Bana bakmadı. Doğruca Cemre'ye gitti, onu ayağa kaldırdı, elleri nazikçe kollarındaydı.
"Sorun yok," diye fısıldadı ona, sesi inanılmaz derecede yumuşaktı. "Ben yanındayım."
Cemre ona yaslandı, vücudu onunkiyle bütünleşti. Bu, suçluluk ve zorunluluğun ötesinde, açıkça daha derin bir bağın resmiydi. Midem saf asitle dolu bir düğüme dönüştü.
Kapıya doğru yürürlerken Kaan nihayet dönüp bana baktı. Yüzü bir pişmanlık maskesiydi. "Havin, üzgünüm. Senin için geri döneceğim. Söz veriyorum."
Sözü bir hakaretti. Aramızdaki tozlu havada süzülen bir yalandı.
Onun Cemre'yi alıp gidişini izledim. Ağır metal kapı kapandı, sesi kalbimin paramparça oluşunu yankılıyordu. Onlarla yalnız kalmıştım.
Yüzü kesik izli adam sırıttı, sararmış dişlerini gösterdi. "Görünüşe göre kocan seni pek sevmiyor, Atasoy Hanım."
Bana doğru yürüdü, niyetleri gözlerinde yanıyordu. "Ama endişelenme. Biz sana arkadaşlık ederiz."
Diğer adam güldü, yağlı, korkunç bir sesti.
"Hayır," diye fısıldadım. "Hayır."
Kaan için çığlık attım, boğazımdan kopan umutsuz, ham bir sesti. "Kaan! Yardım et! Kaan!"
Cevap yoktu. Sadece ihanetinin çınlayan sessizliği. Beni terk etmişti. Onu seçmişti.
Soğuk bir kararlılık dalgası beni sardı. Onların bana dokunmasına izin vermeyecektim. Onların kurbanı olmayacaktım.
Arkamda, kirli, kırık bir pencereden sanayi kanalının karanlık, bulanık suyunu görebiliyordum. Uzun bir düşüştü.
Yüzü kesik izli adam bana uzanırken, yapabileceğim tek şeyi yaptım. Kendimi geriye doğru attım, çürüyen pencere çerçevesinden geçerek düştüm.
Dünya cam ve kıymık dolu bir bulanıklığa dönüştü. Sonra, buz gibi suyun şoku beni sardı.
Soğuktu, çok soğuktu. Giysilerimin ağırlığı beni aşağı çekiyordu. Çırpındım, ciğerlerim hava için yanıyordu ama karanlık beni dibe çekiyordu.
Bilincim kaybolurken, Kaan'la olan hayatım gözlerimin önünden geçti. Zirve Holding'in planlarını bir peçeteye çizdiğimiz ilk küçük dairemiz. Bana evlenme teklif ettiği, dünyayı birlikte fethedeceğimize söz verdiği gün. Ucuz çay ve ortak bir hayalle beslenerek yan yana çalıştığımız geceler.
Onu sevmiştim. Onu her zerremle sevmiştim. Ve o beni ölüme terk etmişti.
Hissettiğim son şey derin, dipsiz bir kederdi. Sonra, hiçbir şey.
...
Bir makinenin ritmik bip sesi ve steril antiseptik kokusuyla uyandım. Bir hastane.
Gözlerim aralandı. Kaan yatağımın yanında oturuyordu, başı ellerinin arasındaydı. Başını kaldırdı, gözleri kıpkırmızıydı.
"Havin," dedi, sesi duygu doluydu. "Uyandın. Tanrı'ya şükür."
Elime uzandı ama ben çektim. Dokunuşu bir damga gibiydi.
"Çok üzgünüm," dedi, sesi çatladı. "Başka seçeneğim yoktu. Babasına borçluydum..."
Konuşmaya devam etti, kelimeler anlamsız bir uğultuydu. Üzgündü. Acı çekiyordu. Hepsi gösterişti.
Şimdi her şeyi net görüyordum. Karşımdaki adam sevdiğim kocam değildi. Onun yüzünü takan bir yabancıydı.
Bir yıldır, Cemre Akay solgun bir fotoğrafla kapımıza dayandığından beri, mükemmel hayatımız bir yalandı. Kaan onu evimize kabul etmiş, şehit düşen yoldaşının kırılgan, travma geçirmiş kızına bakmanın görevi olduğunda ısrar etmişti. Anlayışlı olmaya çalıştım ama "görevi" hızla bir takıntıya dönüştü. Cemre kabus gördüğü için yıl dönümümüzü kaçırdı. Yalnız hissettiği için önemli bir toplantıyı iptal etti. Onu tekrar tekrar savundu, her zaman ödeyemeyeceği borcu öne sürdü.
Ve ben, bir aptal gibi, ona inanmıştım. Zaten ölmüş bir aşka inanmıştım.
O hastane yatağında yatarken, beni terk eden adama bakarken, sonunda anladım.
Onun kalbinde artık karısı değildim. Bir engeldim.