Üç yıl boyunca Cihan, benim kinimden dolayı kaçıp gittiğime inandı. Adımı lanetledi, herkese benim, ondan intikam almak için kızımızı öldüren zehirli bir yılan olduğumu anlattı.
Şimdi, Tuna'nın lösemisi yeniden nüksetti ve Cihan, tüm şehirde dev bir insan avı başlattı. Beni saklandığım yerden çıkarmak için anneme işkence etmekle tehdit ediyor, bacaklarımı kırıp önünde diz çöktüreceğine yeminler ediyor.
Arayışının onu iki mezara çıkaracağından habersiz.
Ve hayaletimin, onun her hareketini izlediğinden, sonunda gerçeği öğreneceği o anı beklediğinden haberi yok.
Bölüm 1
Doktorun sözleri, o bembeyaz steril odada yankılandı; ablam İlayda'nın oğlu için bir ölüm fermanı gibiydi.
"Tuna'nın lösemisi nüksetti. Çok agresif. Acilen kemik iliği nakli olması gerekiyor."
Kocam Cihan Kılıç, bir an bile tereddüt etmedi. Soğuk ve keskin bakışları, köşede oyuncaklarıyla oynayan beş yaşındaki kızımız Lale'ye kilitlendi.
"Lale'ninkini kullanın," dedi. "İliği yüzde yüz uyumlu."
Kanım dondu. "Cihan, hayır. Yapamayız. Lale çok küçük, çok narin."
Beni görmezden geldi. Bütün dikkati, daha biz evlenmeden önce ablamdan olan ve herkesten çok sevdiği oğlu Tuna'daydı.
Onunla kızımızın arasına girdim. "Bunu yapmana izin vermeyeceğim."
Cihan'ın yüzü sabırsızlıkla kasıldı. Bana elini bile sürmedi. Gerek duymadı.
"İlayda," diye seslendi, sesi tehlikeli bir sakinlikteydi.
Öz ablam İlayda Varol öne çıktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı ama içlerindeki o sert pırıltı beni dehşete düşürdü.
"Ceyda, lütfen," diye yalvardı ama elleri çoktan bana uzanmıştı. "Bu Tuna için. Oğlum için."
"O senin oğlun, onun değil!" diye çığlık attım, onu itmeye, ağlamaya başlayan Lale'yi korumaya çalışıyordum.
İlayda'nın çaresizliği öfkeye dönüştü. Saçıma yapıştı, acımasız bir güçle başımı geriye çekti.
"Bencil sürtük!" diye bağırdı. "Benim oğlum ölüyor, sen ise birazcık acıdan mı endişeleniyorsun?"
Yumruğu mideme indi. Nefesim kesildi. Başımı hastane koridorunun sert fayanslarına vurdu. Dünya döndü, gözlerimin önünde yıldızlar patladı. Gördüğüm son şey, Cihan'ın korumalara Lale'yi tutmaları için talimat verirkenki ifadesiz yüzüydü. Duyduğum son şey ise kızımın dehşet dolu çığlıklarıydı.
Beni hastanenin arkasındaki karanlık, ıslak bir ara sokakta kanlar içinde, kırık dökük bir halde bıraktılar. Öldüğümü sandılar. Bir bakıma, ölmüştüm de.
Bu, üç yıl önceydi.
Şimdi, Tuna'nın lösemisi geri döndü. Ve Cihan Kılıç beni hatırladı.
O gece kaçtığım eski evimizin kapısında duruyor. Ev şimdi terk edilmiş, pencereleri tahtalarla kapatılmış, bahçeyi yabani otlar sarmış.
Acı ve çirkin bir sesle alaycı bir şekilde güldü. "Bütün hayatı boyunca sadece beni seveceğine yemin etmişti."
Gevşek bir döşeme tahtasına tekme attı. "Sadece kısa bir süreliğine gittim ve o çoktan başkasını bulmuş. Ne kadar da sadakatsiz."
İlayda panik içinde yanına koştu. Cihan'ın koluna yapıştı, parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. "Cihan, doktor Tuna'nın durumunun acil olduğunu söylüyor. Hemen bir kemik iliği donörü bulmalıyız."
Sesi titredi. "Şimdi Ceyda ve kızı da yok, benim Tuna'ma ne olacak?"
Cihan'ın çenesi kasıldı. Döndü, sanki iradesiyle beni ortaya çıkarabilecekmiş gibi gözleri şehri taradı. Telefonunu çıkardı ve asistanına bir emir yağdırdı.
"Geniş çaplı bir arama başlatın. Ceyda Hanoğlu ve kızını bulun. Ne gerekiyorsa yapın. Yarın burada olmalarını istiyorum."
Bizi geri sürükleyebileceğini, küçük kızımı tekrar o soğuk masaya yatırabileceğini sanıyor.
Ama bu sefer hayal kırıklığına uğrayacak.
Bu sefer, arayışı onu hiçbir yere götürmeyecek.
Çünkü kızım ve ben çoktan ölmüştük.