Benden asla ayrılamayacağımdan, kendime ait hiçbir şeyim olmayacağından emin olmak için dünyamı bir yalanlar temeli üzerine kurmuştu.
Ben de yıllar önce reddettiğim o tek adamı aradım ve onun imparatorluğunu yakıp kül edecek planımı başlattım.
Bölüm 1
Elif'in Ağzından:
Derler ki her canavarın bir zayıf noktası vardır. Teknoloji dünyasının en parlak ve en dengesiz canavarı Kaan Emirsoy için o zayıf noktanın ben olduğum varsayılırdı. Ben onun çıpasıydım, o kaos dolu ruhunu yeryüzüne bağlayabilen tek kişiydim. Kendi kendimize anlattığımız hikaye buydu, onun imparatorluğunu ve benim bütün dünyamı inşa eden efsane buydu.
Ta ki orası artık benim dünyam olmaktan çıkana kadar.
Söylentiler aylardır ortalıkta dolaşıyordu; sosyetenin yaldızlı kafeslerindeki fısıltılar, asla okumadığım ama "endişeli" arkadaşlarım tarafından bana gönderilen dedikodu sitelerindeki manşetler... Bir zamanlar kumunun rengini beğendiğimi söylediğim için bütün bir adayı satın alan Kaan, şimdi her yerde Derin Altan ile görülüyordu.
Derin. Bu isim bile dilimde asit gibi bir tat bırakıyordu. O, sırf ünlü olduğu için ünlü olan bir sosyal medya varisiydi ve benim lisedeki kişisel kabusumdu. Bileğimdeki o belli belirsiz, gümüşi yara izinin sebebiydi; gömdüğümü sandığım bir acının sürekli hatırlatıcısıydı.
Ve Kaan, benim Kaan'ım, ona tamamen büyülenmişti.
Halka açık ilk darbe bir yardım galasında geldi. O gece benim partnerim olması gerekiyordu. Bana özel olarak yaptırdığı bir elbiseyle tam üç saat bekledim, sonunda telefonuma düşen bir fotoğrafla yıkıldım: Kaan, eli sahiplenircesine Derin'in belindeydi, Derin'in başı kahkahalarla geriye atılmıştı. Fotoğrafın altındaki yazı şöyleydi: Teknoloji Devi Kaan Emirsoy ve Influencer Derin Altan Göz Kamaştıran Bir Çıkış Yaptı.
Benim çıkışım ise eve sessiz bir taksi yolculuğuyla oldu, ipek elbise bir kefen gibi tenime yapışıyordu.
Sonra daha küçük, daha keskin darbeler geldi. Birlikte meteliksizken tek bir dilim pizzayı paylaştığımız günlerden beri sürdürdüğümüz tek kutsal geleneğimiz olan haftalık akşam yemeklerimizi iptal etmeye başladı. Mesajları kısaldı, aramaları seyrekleşti. O uçsuz bucaksız minimalist yalıda bir hayalete dönmüştü, yatağın onun tarafı sürekli soğuktu.
Derin ise acımasızdı. Bana en sevdiğim marka iç çamaşırlarını giydiği fotoğrafları özel mesajla gönderiyor, konumu Kaan'ın özel jeti olarak etiketliyordu. Evimize "yanlışlıkla" Kaan'la çekilmiş aşırı samimi bir selfielerinin çerçeveli bir fotoğrafını içeren bir paket yolladı. Her bir hareketi, güvensizliğimin yarasını deşmek için özenle bilenmiş bir bıçaktı.
Ama her şeyi paramparça eden, kederimi soğuk, katı ve intikamcı bir şeye dönüştüren olayın benimle hiçbir ilgisi yoktu.
Can'la ilgisi vardı.
Küçük kardeşim, benim pırıl pırıl, umut dolu Can'ım ölüyordu. Nadir görülen genetik bir hastalık vücudunu sistematik olarak iflas ettiriyordu ama yeni bir deneysel tedavi küçük bir umut ışığı sunuyordu. Tedavi astronomik derecede pahalıydı, sadece Kaan'ın sahip olduğu kaynakları ve bağlantıları gerektiriyordu. Bana söz vermişti. Yüzümü avuçlarının arasına almış, gözlerimin içine bakmış ve "Elif, Can için yeri göğü inletirim. Ne gerekiyorsa yapacağım," demişti.
Ona inandım. O söze, boğulmak üzere olan bir kadının can simidine sarıldığı gibi sarıldım.
Geçen hafta Can'ın doktoru aradı. Kritik bir zaman aralığı vardı. Tedavinin derhal finanse edilmesi, ekipmanın yetmiş iki saat içinde güvence altına alınması gerekiyordu. Kaan'ı aradım, sesim korku ve umut karışımıyla titriyordu.
"Kaan, zamanı geldi. Paraya ihtiyacımız var. Doktorlar dedi ki-"
"Toplantıdayım Elif," diye sözümü kesti, sesi uzak ve sabırsızdı. Arka planda, Derin'e yeni aldığı İran kedisine ait olduğunu bildiğim hafif bir miyavlama sesi duyabiliyordum. "E-postaya sonra bakarım."
Asla bakmadı.
Bunun yerine, iki gün sonra telefonumda bir haber uyarısı belirdi. Kaan Emirsoy'un Cömertliği Sınır Tanımıyor: Teknoloji Milyarderi, Derin Altan'ın Hayvansever Projesine Milyonlarca Liralık Destek Verdi, Sokak Kedileri İçin Lüks Barınak Kuruluyor.
Can simidi milyonlarca parçaya ayrıldı ve beni ihanetin buz gibi sularında boğulmaya terk etti.
Can dün öldü.
Şimdi, onun boş hastane odasının soğuk zemininde otururken, antiseptiğin steril kokusu genzimi yakarken, telefonumdaki kişileri kaydırıyordum. Parmağım, sekiz yıldır aramadığım bir ismin üzerinde durdu. Bir anlık hevesle kaydettiğim, etiketsiz, sadece farklı bir yolu, yaşanmamış bir hayatı temsil eden bir dizi rakam.
Yazarken parmaklarım titriyordu. *Yardıma ihtiyacım var.*
Bir cevap beklemiyordum. Bu, son bir umut çığlığıydı, boşluğa atılmış bir feryattı.
Ama bir dakikadan az bir süre sonra telefonum titredi.
*Her ne olursa. Nerede olduğunu söyle. Orada olacağım.*
Sıcak ve ağır bir gözyaşı yanağımdan süzülüp ekranın üzerine düştü. Garip ve boş bir teselliydi.
Başımı kaldırıp odanın köşesine monte edilmiş, sesi kapalı ama hala 24 saatlik haber döngüsünü oynatan küçük televizyona baktım. Oradaydı. Kaan. Kedi barınağı için bir basın toplantısındaydı. Gülümsüyordu, aylardır görmediğim nadir, içten bir gülümsemeydi bu. Derin'in yüzüne düşen bir tutam saçı nazikçe kenara itti, dokunuşu o kadar şefkatliydi ki midem bulandı.
Ekranın altındaki yazıda şunlar yazıyordu: Hayata Yeni Bir Başlangıç: Derin Altan Yeni Başlangıçları Kutluyor.
Bakışlarım komodinin üzerindeki küçük, yıpranmış ahşap müzik kutusuna kaydı, Can'ın toplamaya dayanamadığım tek eşyasıydı. "Daha Dün Annemizin Kollarında" şarkısının teneke gibi, akordu bozuk bir versiyonunu çalıyordu. Kaan almıştı onu.
İlk büyük algoritması satıldığı yıl, tozlu bir eskicide bulmuştu. O zamanlar hala her zaman nemli çamaşır ve çamaşır suyu kokan bir çamaşırhanenin üzerindeki sıkışık, tek yatak odalı bir dairede yaşıyorduk. Kaan o zamanlar bir hayaletti; yetiştirme yurdundan sırtındaki kıyafetlerden ve dünyayı yakıp kül edebilecek bir ateşten başka hiçbir şeyi olmayan, zeki, öfkeli bir çocuktu.
Ben, onun saatlerce oturup tek bir fincan kahveyle peçetelere karmaşık kodlar çizdiği lokantada garsonluk yapıyordum. Ona artan yemekleri bırakmaya başladım, sonra evden atıldığında kanepemi teklif ettim. Ona inanan, öfkesinin altındaki dehasını gören ilk kişi bendim.
Tek bir paket hazır makarnayı paylaşmaktan milyarlarca liralık bir portföyü paylaşmaya geçmiştik. Hayatlarımız değişti ama aramızdaki bağın özünün, sanırım, aynı kaldığını düşünüyordum.
"Bir aile kuracağız Elif," diye fısıldamıştı bana yıllar önce bir gece, şimdi evimiz dediğimiz çelik ve camdan kalede. "Gerçek bir aile. İkimizin de hiç sahip olmadığı bir şey. Sana ve çocuklarımıza o kadar güvenli bir dünya inşa edeceğim ki hiçbir şey bize dokunamayacak."
Bu söz şimdi acımasız bir şaka gibi geliyordu. O, Derin için bir dünya inşa ediyordu, onun kedileri için bir barınak kuruyordu, benim kardeşimin dünyası ise sönüp gitmişti.
Ruhumun derinliklerinden sökülüp atılıyormuş gibi hissettiren bir hıçkırıkla sarsıldım. Can'ın müzik kutusunu elime aldım, ucuz ahşabı tenime soğuk geldi ve göğsüme bastırdım.
Telefonumu tekrar açtım, parmağım hissizce Kaan'la son mesajlaşmamızı kaydırıyordu. Hastaneyi araması, telefonlarıma cevap vermesi için yalvaran çaresiz yakarışlarım. Cevapları düzensiz ve umursamazdı.
*Meşgulüm.*
*Toplantıdayım.*
*Konuşamam.*
Sonra kedi barınağıyla ilgili haber uyarısının tarihini gördüm. Yıldönümümüzdü. Bana İrlanda'da rüzgarlı bir uçurumda evlenme teklif ettiği, bir ömür boyu sadakat sözü verdiği gün. O günü onunla geçirmiş, onu kutlamış, kardeşimin hayatını kurtarması gereken parayla onun heveslerini finanse etmişti.
Ona gönderdiğim son mesaj iki gün önceydi. *Can kötüleşiyor. Lütfen Kaan. Sana ihtiyacım var.*
Asla cevap vermedi.