Onunla yüzleştiğimde bana lekeli ve karmaşık olduğumu söyledi. Boşanmak istediğimde, kırık bir bardağın parçasıyla yanağımı kesti ve hırlayarak bana ait olduğumu söyledi. Benim adıma kurduğu vakfı ve benim için alınmış bir kolyeyi halkın önünde metresine vererek, tüm şehrin gözü önünde onun "tek ve biricik aşkı" olduğunu ilan etti.
Asıl ihanet, ikimiz de kaçırıldığımızda geldi. Adamlar boğazımıza birer bıçak dayadı. Ona seçmesini söylediler.
O, karısı olan bana baktı ve "Onu seçiyorum," dedi.
Beni tecavüze uğrayıp öldürülmek üzere terk etti, yeni aşkıyla arkasına bile bakmadan çekip gitti.
Ama ölmedim. Aileye sadık eski bir dost beni kurtardı.
Kendi ölümümü tezgâhladım, ülkeden kaçtım ve küllerimden yeni bir hayat kurdum. Sonunda özgürdüm.
Ta ki bu geceye kadar. O, gömdüğüm bir hayattan çıkıp gelen bir hayalet gibi restoranıma girdi. Beni buldu. Ve beni geri istiyor.
Bölüm 1
Boran'ın yıl dönümü kutlamasının son detaylarını ayarlamak için tam üç gün harcadım. Karahan Şebekesi'nin yıllık etkinliği bir güç gösterisiydi ve Boran Karahan'ın karısı olarak benim rolüm, her şeyin kusursuz olmasını sağlamaktı. Tükenmiştim, ayakta durmaktan ayaklarım sızlıyordu ama içimi derin bir tatmin duygusu kaplamıştı. Bunu onun için yapmıştım. Bizim için.
Yalı şimdi sessizdi, organizasyon ekibinin son üyesi de gitmişti. Büyük koridorda yürürken elimi serin mermer duvarda gezdirdim. Tek istediğim sıcak bir banyo ve yatağa gömülmekti.
Yatak odamıza yaklaşırken Boran'ın çalışma odasının kapısının altından sızan bir ışık şeridi gördüm. Bu tuhaftı. Artık evde bu kadar geç saatlere kadar nadiren çalışırdı.
Yumuşak halının üzerinde sessiz adımlarla yaklaştım. Tam kapıyı çalacakken içeriden sesler duydum. Biri Boran'ın alçak ve pürüzsüz sesiydi. Diğeri ise kız kardeşi Beren'in.
Elim havada asılı kalmış bir halde durdum. Midemde buz gibi bir his belirdi.
"İş tamam mı?" diye sordu Boran. Sesi farklıydı. Daha soğuk.
"Evet," diye yanıtladı Beren, sesi keskindi. "Her şey yerli yerinde. Alina yarın orada olacak. Hiçbir şeyden şüphelenmeyecek."
Nefesim boğazımda düğümlendi. Bir komplo mu? Benimle ilgili?
"Peki ya Derin?" Boran'ın sesi biraz yumuşadı. "Jale'nin yanında. Onu daha sonra alacağım."
"Onu bana bırak," dedi Beren umursamazca. "Sen buradaki işleri halletmelisin."
Derin Soylu. Bir resim öğrencisi. Genç, masum, Boran'a hayranlık dolu gözlerle bakan türden bir kız. Haftalar önce onu bana sponsor olduğu gelecek vaat eden bir sanatçı olarak tanıştırmıştı.
"Onu koruyacağım," diye söz verdi Boran, sesi kararlıydı. "Kimse ona dokunmayacak."
"Sadece dikkatli ol, Boran," diye uyardı Beren. "Eski kurtların bu işten haberi olmasın. Özellikle de polis etrafta dolanırken."
"Ne yaptığımı biliyorum," dedi. Çakmağının o çok iyi bildiğim yumuşak tıkırtısını duydum. Kontrol ondaydı. Ya da öyle sanıyordu.
Kelimeler sanki birer tokat gibi yüzümde patladı. Nefesim kesildi. Daha birkaç dakika önce sapasağlam duran dünyam, tuzla buz olmuştu. İhanet. Bu kelimenin tadı ağzımda asit gibiydi.
Zihnim tanıştığımız güne geri döndü. Genç bir tetikçi olan Boran, beni rakip bir ailenin saldırısından kurtarmıştı. Korkusuzdu, kanlar içindeydi ama gözleri sadece bendeydi. Beni sonsuza dek koruyacağına yemin etmişti.
Bu sözleri binlerce kez fısıldamıştı. Benimle evlenmek istediğinde, gücünü ailemin mirasıyla birleştirdiğinde, tek önemli şeyin ben olduğuma yemin etmişti. Bana en nadir çiçekleri, en pahalı mücevherleri almış ve gülümsememin ona yetecek tek servet olduğunu söylemişti.
Şimdi o adam gitmişti. Yerinde, başka bir kadına bir zamanlar sadece bana verdiği koruma sözünü veren bir komplocu, bir yabancı vardı.
Elim titreyerek çalışma odasının kapısını iterek açtım.
Oda dumanla doluydu. Boran büyük maun masasının arkasında oturuyordu, Beren ise yanında duruyordu. İkisi de konuşmalarını yarıda keserek başlarını kaldırdılar.
Boran'ın gözleri bir anlığına şaşkınlıkla irileşti, sonra yüzüne sakin bir maske yerleşti.
"Alina," dedi, sesi sıradan, rahat bir selamlama tonundaydı. "Hâlâ ayaktasın."
Beren kollarını kavuşturdu, yüzünde rahatsızlık ve meydan okuma karışımı bir ifade vardı. "Burada ne işin var?"
Kendi evimde bir davetsiz misafir gibi hissettim. Ağzıma acı bir tat yayıldı. Beren'i anne babası öldükten sonra ben büyütmüştüm. Ona kendi kardeşim gibi davranmıştım.
"Her şeyi duydum," dedim, sesim sabit tutmaya çalışmama rağmen titriyordu.
Boran sandalyesine yaslandı. İnkâr etmedi. Sadece bana baktı, dudaklarında belli belirsiz, zalim bir gülümseme vardı. "Ee, ne olmuş?"
Tepkisinin bu sıradanlığı bir tokattan daha acı vericiydi.
"Demek doğru," diye fısıldadım. "Sen ve Derin."
"Evet," dedi, sesi ifadesizdi. Sigarasından bir nefes çekti. "O temiz, Alina. O basit. Senin gibi değil." Sonra neredeyse kendi kendine fısıldadı, "Ona ben bakacağım."
Bunu kabul etmemi, iyi bir eş olup görmezden gelmemi söylüyordu. Aşağılanma ateşi içimi yaktı.
"Hayır," dedim, kelime zar zor bir fısıltıydı. Kalbim bir mengeneyle sıkıştırılıyormuş gibiydi.
"Boşanmak istiyorum."
Kelimeler dudaklarımdan döküldüğü an kendimden nefret ettim. İçimin bir parçası, onun eski halini hâlâ seven parçası, protesto çığlıkları atıyordu. Ama bu odada duran kadın, hayatının bir yalan olduğunu yeni duyan kadın, başka bir yol olmadığını biliyordu.
Boran'ın yüzü değişti. Sakin maskesi paramparça oldu, yerini saf bir öfke aldı. Kolunu masanın üzerinden savurdu, kristal bir bardak duvara çarparak binlerce parçaya ayrıldı.
Bir cam parçası havada uçarak yanağımda ince, derin bir kesik açtı. Keskin sızı gözlerimi yaşarttı.
Anında ayağa fırladı, iki uzun adımla odayı geçti. Çenemi kavradı, parmakları derime batarak beni ona bakmaya zorladı.
"Boşanmak mı?" diye tısladı, yüzü benimkinden santimler uzaktaydı. "Bu kelimeyi bana bir daha asla söyleme. Sen benim karımsın. Sen bana aitsin."
Kavrayışını sıkılaştırdı, başparmağı yanağımdaki kesiğe sertçe bastırarak kanı yaydı. Acı keskindi, sözlerine acımasız bir nokta koyuyordu.
"Canımı acıtıyorsun," diye boğuk bir sesle konuştum, sesim öfke ve gözyaşlarıyla doluydu. "Çok ileri gidiyorsun, Boran."
Bir zamanlar bana sevgiyle dolu olan gözleri şimdi soğuk ve boştu. Ama sonra, bir anlığına, bir titreme oldu. Kavrayışını hafifçe gevşetti.
"Karahan Hanım olarak konumun güvende," dedi, sesi alçak bir hırıltıya dönüştü. "Ama itaat etmeyi öğreneceksin."
Beni bıraktı ve arkasını döndü. O ve Beren çalışma odasından çıktılar, beni kırık camlar ve evliliğimin enkazıyla yalnız bıraktılar.
Vücuduma bir ürperti yayıldı. Boran'ın şöhretini biliyordum. Karahan Şebekesi'nin düşmanlarıyla demir yumruğuyla nasıl başa çıktığını görmüştüm. Acımasızdı, bir tehdidi ortadan kaldırmaktan asla çekinmeyen bir adamdı.
Ama bu yüzünü bana hiç göstermemişti. Bir kez bile.
İlk günlerimizi hatırladım, beni dünyasının sert gerçeklerinden nasıl koruduğunu. Eve elleri kan içinde gelirdi ama bana dokunmadan önce ellerini yıkar, benim onun dünyası için fazla saf olduğumu söylerdi.
Onu ben seçmiştim. Babamın uyarılarına, onun hırsını bilen herkesin tavsiyelerine karşı onu seçmiştim. Onun aşkına inanmıştım.
Şimdi, o tartışmasız patrondu. Gücü mutlaktı. Ve ben artık korunacak hazinesi değildim. Sadece bir başka mülküydüm.
Dudaklarımdan acı, alaycı bir kahkaha kaçtı. Bir erkeğin kalbi ne kadar çabuk değişebiliyordu.
Bütün gece ağladım, çalışma odasının zemininde kıvrılmış, şafağın ilk ışıkları pencerelerden süzülene kadar. Vücudum ağrıyordu, yüzüm zonkluyordu ama kalbimdeki acı kanayan bir yaraydı.
Kırık dökük bedenimi banyoya sürükledim, aynadaki yansımam bir yabancıydı. Yüzü morarmış, gözleri ölü bir kadın.
Sıcak suyun altında gecenin pisliğini yıkamaya çalışırken, banyonun kapısı sağır edici bir gürültüyle tekmelenerek açıldı.
Boran orada duruyordu, yüzü fırtınalı bir maskeydi. Bir yığın fotoğrafı bana fırlattı. Islak zemine dağıldılar, görüntüler net ve suçlayıcıydı.
Fotoğraflarda ben, bir kafede bir adamla konuşuyordum. Açı samimiydi, gizli bir buluşma gibi gösteriyordu.
"Bu ne?" diye kükredi.
"Bilmiyorum," dedim, sesim titriyordu. Adamı tanıdım. Rakip bir aileden genç bir ortak. Onunla bir kez, halka açık kısa bir konuşma yapmıştım. Biri bana tuzak kurmuştu.
"Bilmiyorsun ha?" diye alay etti Boran. Parmaklarını şıklattı ve adamlarından ikisi kapıda belirdi. "Tutun şunu."
Beni yakaladılar, elleri ıslak tenimde kabaydı. Çırpındım ama faydasızdı. Boran telefonunu aldı ve kamerasını bana doğrulttu. Flaş patlarken aşağılanma ve acı beni sardı, en savunmasız, en aşağılanmış anımı yakaladı.
Ekranındaki resme baktı, yüzünde zalim bir tatmin gülümsemesi vardı. "Şimdi bunu hatırlayacak bir şeyin var," dedi soğukça. "Yerini asla unutma, Alina."
Döndü ve gitti. Soğuk fayansların üzerine yığıldım, duştan akan su gözyaşlarıma karıştı. Kemiklerimin derinliklerine ıssız bir soğukluk yerleşti.
Yıllarca etrafıma bir kale inşa etmiş, beni düşmanlarından korumuştu. Şimdi, ucuz bir numara yüzünden, beni yıkan oydu.
Eski bir deyiş vardır: Tavşan avı bittiğinde, av köpeği kazanda kaynatılır. Ben onun av köpeğiydim. Konumunu güvence altına almasına yardım etmiştim ve şimdi gözden çıkarılabilirdim.
Ama işim bitmemişti.
Vücudum protesto çığlıkları atarken kendimi toparladım. Kendi telefonumu buldum, parmaklarım yıllardır aramadığım bir numarayı çevirirken titriyordu.
Bir, iki kez çaldı, sonra tanıdık, boğuk bir ses cevap verdi. "Kerem."
"Benim, Alina," diye fısıldadım.
Bir anlık sessizlik oldu. "Sorun ne, evlat?"
"Kaybolmam lazım, Kerem Ağa," dedim, kelimeler ağzımdan dökülüyordu. "Kendi ölümümü tezgâhlamam için bana yardım etmen lazım."
Bu sefer daha uzun bir sessizlik oldu. İsteğimin ağırlığının üzerine çöktüğünü duyabiliyordum. O, babamın sırdaşıydı, derin bir sadakat adamıydı. Boran onu emekliliğe zorlamıştı ama sadakatinin şimdi tacı takan adama değil, benim aileme olduğunu biliyordum.
"Zaman alacak," dedi sonunda. "Gözleri her yerde."
"Biliyorum," diye yanıtladım. Kerem Ağa'nın hâlâ kendi ağına, babama saygı duyan eski kurtlara sahip olduğunu biliyordum. O benim tek umudumdu.
"Bekleyebilirim," dedim telefonu kapatırken.
Bekleyecektim. Dayanacaktım. Ve sonra, özgür olacaktım.