Acımı, fedakarlığımı ve yıllardır süren sadakatimi, geçmişte ona ihanet etmiş bir kadın için hiçe saymıştı. Hatta "başkalarını kendinden önce düşün" diyerek kendi değerlerimi bana karşı kullanmıştı.
Yorulmuştum. İnanılmaz derecede yorgundum. Neredeyse boğulma anı, benim için bir vaftiz olmuştu. Sonunda anlamıştım: Bunu düzeltemezdim. Onun sevgisini kazanamazdım.
Eve döndüğümde, kronik ağrılarım için olan değerli bitki çayımı çoktan Ceyda'ya vermişti. Sonra beni kendi evimde bir misafire indirgemiş, ona yemek pişirmemi emretmişti. Artık son köprüyü de yakma zamanı gelmişti.
Bölüm 1
Eski kağıt ve bayat kahve kokusunun ağırlaştırdığı havayı soluyarak Belediye Binası'na girdim.
"Evlilik başvuru formumu almam gerekiyor," dedim memura.
Memur, evraklarının arasından başını kaldırdı, gözleri hafifçe irileşti. "Esra? Ne oldu? Arda'yla kavga mı ettiniz?"
"Hayır," diye yalan söyledim, sesim dümdüzdü. "Sadece üzerindeki bazı bilgileri güncellememiz gerekiyor. Küçük bir hata."
Mantıklı bir yalandı. Arda titiz bir adamdı. Resmi bir belgedeki hata onu çıldırtırdı.
Ailemi yıllardır tanıyan, Galip Bey adında nazik, yaşlı bir adam olan memur hâlâ endişeli görünüyordu. Dosyayı bir dolaptan çıkardı ve tezgahın üzerinden bana doğru kaydırdı.
"Esra," dedi, sesini alçaltarak. "Ceyda ile ilgili... her şey yolunda mı?"
İsim aramızda havada asılı kaldı.
"O ve Arda çok yakınlar," dedim, dilimde zehir gibi bir tat bırakan bir gerçeği dile getirerek. "Her zaman öyleydiler."
Galip Bey yavaşça başını salladı, gözlerinde bilmiş, hüzünlü bir ifade vardı. Yıllardır başka insanların yüzlerinde gördüğüm o bakıştı bu.
"O kız onun eteklerinden ayrılmıyor. Bu doğru değil, Esra. Sen onun nişanlısısın. İstersen General Gürsoy ile bu konuyu konuşabilirim."
Arda'nın babasına gitmeyi teklif ediyordu. Dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. "Teşekkür ederim, Galip Bey. Ama bir faydası olmaz."
Dosyayı aldım, arkamı döndüm ve ofisten çıktım. Kapı arkamdan tık diye kapandığı an, en yakın çöp kutusuna yürüdüm. Evlilik başvuru formunu küçük, düzgün parçalara ayırdım ve ellerimden düşmelerine izin verdim.
Her şey bitmişti.
...
Saatler önce, keskin, steril bir hastane kokusuyla uyanmıştım.
Başım zonkluyordu. Bir hastane yatağındaydım. Arda yanımda bir sandalyede oturuyordu, kolları kavuşturulmuş, kusursuz yüzü çatılmıştı.
Uyandığımı fark etti. Yüzünden bir anlık bir öfke geçti, sonra hemen kendini toparladı.
"Uyanmışsın," dedi. Bu bir soru değildi.
Hareket etmeye çalıştım ama vücudum ağır ve zayıf hissediyordu. Karnımda tanıdık, derin bir sızı alevlendi; kariyerimi bitiren el yapımı patlayıcının acımasız bir hatırlatıcısıydı. Soğuk su onu daha da kötüleştirmişti.
"Olay çıkarmayı bitirdin mi?" Arda'nın sesi keskin ve sabırsızdı. "Gidip Ceyda'dan özür dilemen gerekiyor."
Ceyda.
Bu isim, bilincimi kaybetmeden önce olanları hatırlatan bir anahtardı.
Göl evindeydik. İskeledeydim. Ceyda arkamdan yaklaşmıştı, yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme vardı. Arda'yı hak etmediğimle ilgili bir şeyler söyledi. Sonra beni itti. Sertçe.
Buz gibi suyun şoku nefesimi kesti. İçinde metal çubuk olan bacağım kasıldı. Batıyordum.
Çalkalanan suyun içinden Arda'nın daldığını gördüm. Bir an için bir umut dalgası hissettim. Sonra tam yanımdan yüzerek geçti, kıyıya yakın sığ suda dramatik bir şekilde çırpınarak boğulma taklidi yapan Ceyda'ya doğru gitti.
Dünya kararmadan önce gördüğüm son şey, kıyıda güvende olan Ceyda'nın bana zafer dolu bir sırıtışla bakmasıydı.
Şimdi Arda'ya baktım, sesim gölün suyundan daha soğuktu. "Özür mü dileyeyim? Ne için?"
Mükemmel şekilli kaşları, hoşnutsuzlukla sıkı bir çizgi halinde birleşti.
"Onu göle ittiğin için, Esra. Ölebilirdi. Bana aptalı oynama."
Dudaklarımdan bir kahkaha koptu. Sert, çirkin bir sesti. "Ben mi onu ittim? Sana anlattığı hikaye bu mu?"
Arda'nın ifadesi sabırsızlıktan sessiz, kontrollü bir öfkeye dönüştü.
"O bana asla yalan söylemez. Senin derdin ne? Başından beri onu kıskanıyordun. Onunla konuştuğumu gördün ve dayanamadın, bu yüzden ona saldırdın."
Suçlama o kadar saçma, o kadar çarpıktı ki, tek yapabildiğim ona bakmaktı.
Yüzümde acı bir tebessüm oluştu. "Haklısın. Ben sadece basit bir askerim. Senin değerli Ceyda'nın parlak entrikalarıyla nasıl başa çıkabilirim ki?"
Onun gözünde, ülkesine hizmet etmiş madalyalı bir gazi değildim. Sadece bir aksesuardım, sergileyebileceği yakışıklı, istikrarlı bir kadındım. Ama Ceyda... Ceyda onun bir parçasıydı. Görmeyi reddettiği zehirli bir parçası.
Onunla Ceyda hakkında konuşmayı çok denemiştim. Bana nasıl baktığını, beni baltalamak için yaptığı küçük şeyleri.
Her seferinde konuyu bana çevirmişti. Paranoyak olduğumu. Güvensiz olduğumu. Onu kontrol etmeye çalıştığımı.
Yorulmuştum. İnanılmaz derecede yorgundum.
Neredeyse boğulma olayı sadece vücuduma bir şok olmamıştı. Bir vaftizdi. O karanlık, dondurucu anlarda sonunda anlamıştım. Bunu düzeltemezdim. Sadık ve sabırlı olarak onun sevgisini kazanamazdım. Çünkü o, sevgi vermekten acizdi.
Odaya bir hemşire girdi, ifadesi keskindi. "Arda Bey, Ceyda Hanım uyandı. Sizi istiyor."
Bakışlarım Arda'nınkiyle buluştu. Hafifçe başımı salladım. "Git. Sana ihtiyacı var."
Bu kadar kolay uymama şaşırdığı yüzünden belliydi, ama bu ifade yerini çabucak bir memnuniyete bıraktı. Kazandığını sanıyordu.
"Güzel," dedi, ayağa kalkarak. "Geri döndüğümde, özrün hakkında düşünmüş olmanı bekliyorum."
Gitti.
Ve geri gelmedi.
Bir saat geçti. Sonra iki. Karnımdaki o donuk ağrı, keskin, öğütücü bir acıya dönüştü. Daha fazla beklemedim. Serum iğnesini kendim çıkardım, acısını umursamadan yavaşça giyindim. Oradan çıkmak zorundaydım.
Koridorda yürüdüm, adımlarım sendeliyordu. 204 numaralı odanın önünden geçerken Arda'nın sesini duydum. Kapıdaki küçük pencereden içeri baktım.
Ceyda yatakta, solgun ve acınası görünüyordu. Arda yanında oturmuş, onun için dikkatle bir elma soyuyordu, yüzünde bana bir kez bile göstermediği bir şefkat vardı.
Ceyda bir şeyler mırıldandı ve Arda endişeyle ona doğru eğildi. Ceyda'nın ona hayranlıkla dolu gözlerle baktığını izledim.
Mükemmel, kalp kırıcı bir tabloydu.
"Yataktan çıkmamalısın."
Döndüm. Az önceki hemşireydi. Bana, sonra odadaki manzaraya baktı ve dudakları onaylamaz bir şekilde inceldi.
"Soğuk ve şok yüzünden eski yaraların nüksetti," dedi, sesi şimdi daha yumuşaktı. "Dinlenmen gerekiyor."
Yataktaki Ceyda'ya bir göz attı. "Bazıları gibi değil."
Tiksintisini gizlemeye çalışmıyordu. "Sadece biraz su yutmuş. Bir yatağı işgal ederek burada olmasına hiç gerek yok."
Odanın içinden Ceyda'nın yüzü utançla kızardı. Arda hemen ayağa kalkıp kapıya yürüdü ve kapıyı açtı. Gözleri buz parçaları gibiydi.
"O zayıf ve gözetime ihtiyacı var," diye ilan etti, sesi alçak ve tehlikeliydi.
"O iyi," diye ısrar etti hemşire, geri adım atmayı reddederek. "Kaynakları boşa harcıyor."
"Ben Cumhuriyet Savcısı Arda Gürsoy," dedi, kelimeler açık bir tehditti. "Ailem bu hastanenin en büyük bağışçılarından. Gerekli gördüğüm sürece burada kalacak."
Hemşirenin yüzü düştü. Bana acıyan bir bakış attı, sonra arkasını dönüp yenilmiş bir halde uzaklaştı.
Arda'ya baktım. Bir zamanlar adaletin savunucusu sandığım adam, gücünü ve nüfuzunu manipülatif bir yalancıyı korumak için kullanıyordu. İkiyüzlülük baş döndürücüydü.
Sadece başımı salladım ve yürümeye başladım.
"Esra, bekle," diye seslendi.
Durdum ama arkamı dönmedim.
"Hâlâ Ceyda'ya bir özür borçlusun."
"Hayır," dedim, sesim tüm duygulardan arınmıştı. "Borçlu değilim."
Tek kelime etmeden uzaklaştım, onu koridorda öylece bırakarak. Danışmadaki doktorun tavsiyesini görmezden geldim ve kendi çıkış belgelerimi imzaladım.
Sonra doğruca Belediye Binası'na gittim. Artık son köprüyü de yakma zamanı gelmişti.