Hayatını kurtarmak için direksiyona ben geçtim. Yarışı kazandım ama arabayı parçaladım ve gözlerimi bir hastane yatağında açtım. Boran beni ilgi çekmek için yapmakla suçladı, sonra da bileği burkulan Şebnem'i teselli etmek için yanımdan ayrıldı.
Şebnem'in onu ittiğimi söylediği yalanlarına inandı, beni o kadar sert duvara itti ki kafamdaki yara yeniden açıldı.
Şebnem, sadakat testi diyerek bana onun ölümcül alerjisi olan viskiden kadeh kadeh içirirken öylece durup izledi.
Son aşağılanma bir hayır kurumu müzayedesinde geldi. Şebnem'e olan aşkını kanıtlamak için beni sahneye çıkardı ve bir geceliğine başka bir adama sattı.
Ölen bir adamın son arzusunu yerine getirmek için beş yıllık cehenneme katlanmıştım ve ödülüm buydu.
Beni satın alan adamdan kaçtıktan sonra, Can'ın öldüğü köprüye gittim. Boran'a son bir mesaj attım: "Sevdiğim adamın yanına gidiyorum."
Sonra, yaşamak için hiçbir nedenim kalmamışken, atladım.
Bölüm 1
İstanbul finans dünyasında herkesin kesin olarak bildiği bir şey vardı: Ayla Sancak, Boran Atahan'ın gölgesiydi. Beş yıl boyunca onun kişisel asistanından daha fazlasıydı; onun sorun çözücüsü, kalkanı, mazeretiydi.
Onun magazin skandallarını temizler, yasal sorunlarını halleder ve bir keresinde onun hatası olan bir araba kazasının suçunu bile üstlenmişti. Hayatında bir hayaletti, her zaman var, her zaman sessiz, bağlılığı mutlaktı.
Herkes bunun karşılıksız bir aşk hikayesi olduğunu, yıllarca ofis dedikodularını körükleyen o trajik, tek taraflı ilişkilerden biri olduğunu varsayıyordu. Onun sonsuza dek yanında olacağına, Boran'ın fırtınalı hayatında kalıcı bir demirbaş olacağına inanıyorlardı. Ayla bu varsayımı düzeltmek için hiçbir şey yapmadı. Sadece onun için var oldu.
Bugüne kadar.
"İstifa ediyorum."
Boran'ın minimalist ofisinde sakince söylenen bu sözler, sessizliğin ortasında patlayan bir bombaydı. İşe başladığı günün tam beşinci yıl dönümüydü.
Boran'ın en iyi arkadaşı ve şirketin hukuk danışmanı olan Berk Çetin, kahvesine boğuluyordu. Gözleri inanamazlıkla fal taşı gibi açılmış bir halde Ayla'ya baktı.
"Ne dedin sen? Ayla, ciddi misin?"
Ayla sakin bir ifadeyle başını salladı. Cilalı masanın üzerine basit, tek sayfalık bir mektup koydu. "Sözleşmem sona erdi. Tüm işlerimi devrettim. Masamı da çoktan topladım."
Cevap beklemedi. Arkasını döndü ve ofisten çıktı, adımları düzgün ve telaşsısızdı. O geçerken tüm kat nefesini tutmuş gibiydi, ardından bir şok dalgası yayıldı.
Ama Ayla eve gitmedi. Bir çanta hazırlamadı ya da bir uçak bileti almadı. Bir taksiye atlayıp şehrin en sessiz, en bakımlı mezarlığına gitti.
Siyah mermer bir mezar taşının önünde durdu.
CAN TEKİN.
Adının harflerini parmaklarıyla nazikçe takip etti. Taşın üzerine bir fotoğraf işlenmişti, bir odayı aydınlatabilecek bir gülümsemeye sahip genç bir adam. Boran'la aynı keskin çene hattına ve yoğun gözlere sahipti, ama Boran'ın bakışları vahşi ve pervasızken, Can'ınki derin, sabit bir sıcaklıkla doluydu.
Soğukkanlılığı sonunda bozuldu. Yanağından tek bir gözyaşı süzüldü.
"Can," diye fısıldadı, sesi beş yılın köreltemediği bir kederle boğuktu.
"Yaptım. Sözümü tuttum."
Anı, olduğu günkü kadar keskindi. Beş yıl önce, lastiklerin gıcırtısı, metalin ezilmesi. Can, onu vücuduyla koruyordu.
Dünya yanıp sönen ışıklar ve benzin kokusundan ibaretti. Sıkışmıştı, nefesi sığdı.
"Ayla," diye fısıldamıştı, eli onunkini bulurken. "Söz ver bana."
"Her şeye," diye hıçkırdı.
"Boran... o bir enkaz. O benim kardeşim. Ona göz kulak ol. Sadece... ona beş yıl ver. Büyümesi için beş yıl."
Asıl niyetini anlamıştı. Can ondan sadece Boran'ı korumasını istemiyordu. Ona bir çıkış yolu veriyordu. Onun kederinde boğulmasını, onun peşinden karanlığa gitmesini engelliyordu. Sonunda özgür olabilmesi için ona beş yıllık bir ceza veriyordu.
Bu yüzden kabul etmişti. Boran Atahan'ın asistanı oldu, onun her hevesine hizmet eden, onun için gelen her darbeyi emen kadın. Her şeyi soğuk taşın altında yatan adam için yapmıştı.
Beş yıl dolmuştu. Sözü yerine getirilmişti. Bu kadar uzun süre bastırdığı kendi arzusu değişmemişti.
"Geliyorum Can," diye mırıldandı, sesinde sessiz bir kesinlik vardı. "Çok yoruldum. Sadece seninle dinlenmek istiyorum."
Artık bırakmaya hazırdı.
Telefonu sert, istenmeyen bir müdahaleyle titredi. Arayan Berk'ti.
"Ayla! Tanrıya şükür açtın. Boran..." Sesi telaşlıydı. "Şebnem yine iş başında."
Ayla'nın tüm vücudu kaskatı kesildi.
Şebnem Koray. Boran'ın sevgilisi. Aşkı tehlikeli, yüksek bahisli bir dizi oyun gibi gören bir kadın.
"Onu Engerekler çetesiyle yarışmaya kışkırttı," dedi Berk, kelimeleri ağzından dökülürken. "Kazanan bir yıllığına sahil yolunun haklarını alacak. Boran gerçekten de yapacak bunu. Delirmiş."
Ayla gözlerini kapadı. Engerekler sadece sokak yarışçıları değildi; şiddetleriyle tanınan suçlulardı. Yarış hızla ilgili değildi; hayatta kalmakla ilgiliydi.
Daha bilinçli bir karar vermeden kendini koşarken buldu, titreyen bir elle bir taksi çevirdi.
Yarış, deniz spreyiyle kayganlaşmış, tehlikeli bir uçurum kenarı yolunda yapılıyordu. Farların parıltısıyla yüzleri aydınlanan bir kalabalık toplanmıştı. Başlangıç çizgisinde Boran'ın özel yapım spor arabası ve yanında Engerekler'in tehditkar, modifiyeli güçlü arabası duruyordu.
Boran arabasına yaslanmış, dudaklarından bir sigara sarkıyordu. Şebnem koluna yapışmış, ifadesi heyecan ve sahte bir endişe karışımıydı.
Berk, Ayla'nın yanına koştu. "Geldin." Rahatlamış görünüyordu.
"Neden bunu yapıyor?" diye sordu Ayla, sesi gergindi.
"Onun için," diye tısladı Berk, başıyla Şebnem'i işaret ederek. "Kazanırsa onu gerçekten sevdiğini anlayacağını söylemiş. O kadın zehir."
Boran'ın arkadaşlarından bir diğeri olan Cem Arslan, Boran'ın omzuna vurdu. "Berk'i dinleme dostum. Şebnem sadece seni sınıyor. Ona neyden yapıldığını göster."
Ama Berk peşini bırakmadı. Boran'a döndü. "Sen deli misin? Ayla seni hapisten uzak tutmak için beş yıl harcadı ve sen her şeyi bir heyecan uğruna çöpe mi atacaksın?"
Boran'ın gözleri Ayla'ya kaydı. Bir an için yüzünden okunmaz bir ifade geçti. Sonra gitmiş, yerini her zamanki kibrine bırakmıştı.
"Bu seni ne ilgilendirir, Sancak?" diye laf attı, sözleri keskin ve soğuktu. "Kaza yapıp enkaza dönmemi mi izlemeye geldin? Yoksa yine parçaları toplamayı mı umuyorsun?"
Sözler Ayla'ya ağır geldi. Göğsünde keskin bir acı belirdi, nefes almasını zorlaştırdı. Ama görmezden geldi. Beş yıldır görmezden geliyordu.
İleri yürüdü, tam önüne kadar. Arabanın anahtarlarını elinden aldı.
"Ne halt ediyorsun sen?" diye çıkıştı Boran.
"Senin yerine ben yarışacağım," dedi Ayla, sesi sabitti. "Ben daha iyi bir sürücüyüm. Sen sadece kendini öldürürsün."
Berk başıyla onayladı. "Haklı, Boran. Bırak o yapsın. Şebnem'in tek istediği zafer, direksiyonda kimin olduğu umrunda değil."
Ayla onun iznini beklemedi. Sürücü koltuğuna kaydı, deri tenine serin geldi. Motoru çalıştırdı, kükremesi tanıdık bir rahatlıktı.
Boran şaşkınlıkla suskun kalmış, onu izliyordu. İtiraz etmeye, onu dışarı çekmeye çalıştı ama Ayla kapıları çoktan kilitlemişti.
"Ayla, çık o arabadan!" diye bağırdı, cama vurarak. "Bu bir emirdir!"
Ona sadece baktı, gözleri sakin ve boştu. Hafifçe başını iki yana salladı.
Başlangıç bayrağı indi.
Dünya hız ve gürültüden oluşan bir bulanıklığa dönüştü. Motor, onu sınırlarına zorlarken çığlık attı, lastikler virajlı yolda tutunmak için savaştı.
Boran donmuş bir halde duruyordu, gözleri arabasının ilk virajda kaybolan stop lambalarına kilitlenmişti. Göğsünde tuhaf, alışılmadık bir sıkışma hissetti. Zihninde onun yüzünü gördü, o kadar sakin, onun için kendini tehlikeye atmaya o kadar istekliydi ki. Yine.
Yarış acımasızdı. Engerekler'in arabası defalarca onunkine çarptı, onu yoldan çıkarıp uçurumdan aşağı atmaya çalıştı. Kalabalık her kıl payı kurtuluşta, her metalin metale sürtünme sesinde nefesini tuttu.
Ama Ayla yılmadı. Soğuk, hassas bir öfkeyle sürdü.
Son düzlük. Arabalar başa baştı. Son, şiddetli bir darbeyle Engerekler'in arabası onu savurdu. Kalp durduran bir an için, uçurumdan aşağı gidecek gibi göründü.
Sonra, sağır edici bir çarpışma.
Arabası, bitiş çizgisini geçtikten hemen sonra kaya yüzüne yandan çarptı. Galip gelmişti.
Kalabalığın üzerine bir sessizlik çöktü.
Sürücü tarafındaki kapı ezilmişti. Ayla topallayarak dışarı çıktı. Alnındaki bir kesikten kan sızıyor, saçlarını birbirine yapıştırıyordu.
Doğruca Boran'a yürüdü, vücudu sallanıyordu. Zafer nişanını - gösterişli, engerek şeklinde bir iğne - eline bastırdı.
"Kazandın," dedi, sesi zar zor duyulan bir fısıltıydı.
Sonra gözleri arkaya kaydı ve yığıldı.
Boran düşünmeden tepki verdi. Öne atıldı, yere düşmeden hemen önce onu yakaladı.
Kollarında korkutucu derecede hafif, bir kuş kadar kırılgandı. Adını koyamadığı, keskin ve acı verici bir duygu içini kapladı.
"Ayla?" diye seslendi, sesinde tanımadığı bir panik vardı. "Ayla!"
Bilincini kaybederken, Can'ın elini kendi elinde hissettiğini sandı. Her şey kararmadan önce üzerine hafif bir huzur çöktü.