Bir zamanlar doğum günüm için bütün yazı çalışarak aldığı yeşim taşı kolyeyi geri vermemi istedi, sırf ona verebilmek için.
Onun yanındaki odadan taşınmak istediğimi söylediğimde, zalimce güldü. "Bodrumdaki hizmetli odasına taşınacaksın. Artık ait olduğun yer orası."
Son darbe, basına verdiği bir röportajla geldi; beni yapışkan, hayalperest bir kız olarak resmetti. Onların mükemmel aşk hikayesinde halk düşmanı, ondan kopamayan bir parazit olmuştum.
Damla'nın kolyemi takarken gönderdiği alaycı bir fotoğrafa bakarken sonunda anladım. Aşkım değersizdi. Telefonu elime alıp öz babamı aradım. "Baba, kabul ediyorum. Hakan Poyraz'la evlenmek istiyorum."
Bölüm 1
Alya Tekin telefonu kulağına tutarken, penceresinin dışındaki İstanbul silüeti uzak ışıkların bulanık bir lekesiydi.
"Baba, kabul ediyorum."
Bir anlık sessizlikten sonra, Avni Paşalı'nın sıcak ama şaşkınlıkla dolu sesi hattan geldi.
"Alya? Emin misin? Bunu yapmak zorunda değiliz. Başka bir yol bulabilirim."
Alya gözlerini kapattı, tek bir gözyaşı yanağından aşağı süzüldü. "Eminim," dedi, sesi hissettiğinden daha kararlıydı. "Hakan Poyraz'la evlenmek istiyorum."
Avni'nin başka, daha yavaş bir planı vardı. Onu şirketine almak, Önal ailesinden uzakta kendi hayatını kurmasına izin vermek, evliliği düşünmeden önce kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak istiyordu. Ama bu daha hızlıydı. Bu temiz bir başlangıçtı.
Avni'nin sesine yayılan sevinç dalgası, ilk şokunu bastırdı. "Bu harika, tatlım! Hakan iyi bir adam, harika bir adam. Mutlu olacaksın. Sonunda güvende olacaksın."
Alya küçük, yaşlı bir gülümseme başardı. "Biliyorum, baba."
Hem rahatlama hem de hüzünle dolu karmaşık bir duygu hissetti. Kaçış düşüncesiyle rahatlama, geride bıraktığı hayat için, bir zamanlar her şeyi olduğunu düşündüğü çocuk için hüzün.
"Hemen Poyraz ailesini arayacağım," dedi Avni, heyecanı kabına sığmıyordu. "Çok sevinecekler."
"Tamam, baba. Sonra konuşuruz."
Telefonu kapattı ve yatağının kenarına çöktü, telefon elinden kaydı. Odanın sessizliği ağır, üzerine çöküyordu. Zihni geriye, geçmişe sürüklendi.
Her şey annesi öldüğünde başlamıştı.
Babası Avni, Sema Sönmez adında bir kadınla yeniden evlenmişti. Sema'nın önceki evliliğinden Kaan Önal adında bir oğlu vardı. On yaşındaki Alya, yeni bir eve, yeni bir anneye ve yeni bir abiye itilmişti.
Yeni ev soğuk ve sevimsiz geliyordu. Sema ve kendi kızı, Alya'ya istenmeyen bir misafir, bir yük gibi davrandılar. Onu bir yabancı olarak gördüler.
İhmal sürekliydi. Kıyafetleri hep eskiydi, yemekleri artık ne kaldıysa oydu. Sema'nın kızı eşyalarını çalar, sonra da onu kaybetmekle suçlardı.
Alya sessiz olmayı, kendini küçültmeyi, alaylara ve soğuk omuzlara katlanmayı öğrendi.
Bir öğleden sonra, Sema'nın kızı ve arkadaşları Alya'yı arka bahçede sıkıştırdılar. Onu çamura ittiler, tek temiz elbisesini mahvederken güldüler. Alya'nın gözleri yaşlarla doldu ama sesini çıkarmadı.
İçeri koştu, üvey annesini, herhangi birini aradı. Sadece birinin ona yardım etmesini istiyordu.
İşte o zaman Kaan ortaya çıktı. Birkaç yaş büyüktü, uzun boylu ve sessizdi ama her şeyi gördü. Annesinin ve kız kardeşinin yanından dosdoğru geçti, temiz bir havlu aldı ve Alya'nın önünde diz çöktü.
"Ağlama," dedi, yüzündeki çamuru nazikçe silerken sesi alçaktı. "Seni ben korurum."
Sözünü tuttu. O günden sonra Kaan onun gölgesi, koruyucusu oldu.
Bu koruma yıllarca sürdü. Annesine ve kız kardeşine karşı onu savundu, düzgün yemek yediğinden emin oldu ve ödevlerini kontrol etti.
Sosyal çevrelerindeki herkes, Kaan Önal'ın üvey kız kardeşi Alya Tekin'e her şeyden çok değer verdiğini bilirdi.
Avni ve Sema boşandıktan ve Alya Önal ailesinin evinde bırakıldıktan sonra bile Kaan'ın bağlılığı hiç sarsılmadı. Sahip olduğu tek aile oydu.
Alya'yı bir yatılı okula göndermek isteyen kendi babasıyla büyük bir kavga etti. Kaan, eğer Alya gönderilirse evi terk etmekle tehdit ederek reddetti.
Yıllar geçtikçe, Alya'nın minnettarlığı yavaş yavaş daha fazlasına, kalbinde sıkıca tuttuğu gizli bir aşka dönüştü. Aynı çatı altında yaşamak yasak gibi hissettiriyordu ama elinde değildi.
Duygularını ona birden fazla kez itiraf etti, kalbi umutla çarpıyordu.
Her seferinde Kaan onu nazikçe geri iterdi. "Biz aileyiz, Alya. Ben senin abinim."
Reddedilmesi canını yakıyordu ama sürekli varlığı, onsuz yaşayamayacağı bir teselliydi. Sonra, bir gece, biraz fazla içtiği bir üniversite partisinden sonra, kendi kuralını yıktı. Onu eve taşıdı ve odasının sessiz karanlığında onu öptü.
İşte bu olduğunu düşündü. Aşkına nihayet karşılık bulduğunu düşündü. Yeni bir bölüm başlıyordu.
Ama sonra Damla Kaya geri döndü.
Kaan'ın lise aşkıydı, kalbini kıran kişiydi. Hayatına geri döndüğü an her şey değişti.
Alya, Kaan'ın Damla'yı tekrar gördüğünde gözlerindeki paniği gördü. Bu daha önce hiç görmediği bir bakıştı.
Hemen aralarına mesafe koydu. Sıcaklık yok oldu, yerine soğuk bir resmiyet geldi.
Koridorda Damla'ya ilişkilerini açıklarken duydu. "O sadece benim üvey kardeşim. Ona acıyorum, hepsi bu."
Sözleri onu derinden yaraladı. Soğuk, mesafeli oldu, ne pahasına olursa olsun ondan kaçındı.
Tüm zamanını Damla ile geçirmeye başladı, onu eskiden Alya'yı götürdüğü yerlere götürüyordu.
Alya onları izledi, kendi kalp kırıklığının sessiz bir gözlemcisiydi. Paylaştıkları kahkahalar, Damla'nın koluna dokunma şekli - artık parçası olmadığı bir dünyaydı.
Sonunda anladı. Bitmişti. Yıllardır beslediği o küçük umut ateşi sönmüştü.
Vazgeçmeye karar verdi. Onu sevmeyi, onu beklemeyi bırakacaktı.
Mesafeli, neredeyse sakin davranmaya başladı. Derslerine odaklandı, arkadaşlarıyla planlar yaptı ve kalbinin etrafına bir duvar ördü.
Bir akşam, Kaan onu kütüphanede buldu.
"Damla'nın doğum günü haftaya," dedi, gözlerini kaçırarak. "Senin o yeşim taşı kolyeni çok beğeniyor. Sana verdiğim."
O kolye. On sekizinci doğum günü için tüm yaz tatilini yarı zamanlı bir işte çalışarak geçirmişti. Ona ilk gerçek hediyesiydi.
Yıllardır her gün takmıştı, onun ilgisinin sürekli bir hatırlatıcısıydı.
Alya kitabından başını kaldırdı, ifadesi sakindi. "Peki."
Kolyeyi çıkardı ve hiç düşünmeden avucuna koydu.
Kaan, onun bu kadar kolay uymasına şaşırarak ona baktı. Bir kavga, gözyaşları, bir sahne beklemişti.
Gözlerinde bir şeylerin parladığını gördü ama bu hüzün değildi. Başka bir şeydi, adını koyamadığı bir şey.
"Alya..." diye başladı, sesi kararsızdı.
Ona kibar, mesafeli bir gülümseme verdi. "Mutlu olacak, değil mi?"
Mutlu görünmüyordu. Öfkeli görünüyordu. Çenesi gerildi.
"Ne oyunlar çeviriyorsun, Alya?" diye sordu, gözleri şüpheyle kısıldı.
"Hiçbir oyun çevirmiyorum."
"Damla'ya hiçbir sorun çıkarmayacaksın. Anladın mı?"
Alya'nın sırtından bir ürperti geçti. Koruyucu gitmiş, yerine bir yabancı gelmişti. "Annenle arkadaki misafir odasına taşınma konusunu konuşmam gerekiyor."
Artık onun yanındaki, şimdi yalan gibi gelen anılarla dolu odada kalamayacağını biliyordu.
"Artık özel muamele görmüyorum, değil mi?" diye ekledi, sesinde bir parça acılık vardı.
Odasının her zaman onun olacağına, her zaman onun için orada olacağına söz verdiğini hatırladı.
Kaan'ın kahkahası sert ve zalimdi. "Arka mı? Saçmalama. Bodrumdaki hizmetli odasına taşınacaksın. Artık ait olduğun yer orası."
Sözleri ona fiziksel bir darbe gibi vurdu. Hizmetli odası. Onu rütbesini düşürüyor, aileden, hayatından siliyordu.