Sonra da Ceyda’nın ayağının altında dolaşmasın diye Can’ı “gayriresmi” olarak görev yaptığı birliğe götürmeyi teklif etti.
Aptal gibi kabul ettim. Oğlumu, sırtında küçük çantası ve çok sevdiği roket resimli tişörtüyle bir Kamil Koç otobüsüne bindirdim.
Üç gün sonra o telefon geldi: Can kaçırılmıştı.
Tolga teselli etmek için değil, öfkeyle bağırarak suçlamak için geldi: “Eğer bu kadar yaygara koparmasaydın… Eğer biraz daha güçlü olsaydın, bunlar yaşanmazdı.”
Bana “hayatına devam etmemi” söyledi, sonra Ceyda ve Kaan’ın yanına geri döndü. Beni sessiz, boş bir evde, Can’ın mavi tişörtünden kalma yırtık pırtık tek bir parçayla baş başa bıraktı.
Ezici suçluluk duygusu ve dayanılmaz boşluk beni bir avuç hap yutmaya, her şeyi unutmak için dua etmeye itti.
Sevdiğim adam, oğlumun babası, hayatımızı nasıl bu kadar kolay mahvedip sonra da beni suçlayabilirdi?
Neden onun yalanlarına inandım, çocuğumu onun kariyeri ve yasak ilişkisi için feda ettim?
Eğer gerçeği bilseydim bunu engelleyebileceğim düşüncesi, işkence gibi bir azaptı.
Sonra bir sabah, kendi yatağımda uyandım. Takvim 15 Mayıs’ı gösteriyordu; Can’ın etüt başvurusunu yapacağım gün.
“Anneciğim? Uyandın mı?”
O minik ses, Can’ın capcanlı ve sapasağlam görüntüsü gözyaşlarımı ve kristal berraklığında anıları akıttı.
Bu sefer kurban olmayacaktım.
Parmaklarım telefona uzandı, doğruca Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Kurulu’nu aradım.
Bölüm 1
Can’ın okul sonrası etüt programından gelen ret mektubu, titreyen elimde buruşan ucuz kağıdıyla yüzüme inen bir tokat gibiydi. Mektupta, kontenjanın Astsubay Kıdemli Başçavuş Tolga Baran’ın başka bir çocuğu tarafından çoktan doldurulduğu yazıyordu. Benim Tolga’mın.
“Başka bir çocuk mu?” diye fısıldadım, kelimeler boğazıma dizildi.
Beş yaşındaki tatlı oğlum Can, eskimiş dinozor kitabından başını kaldırıp kocaman gözleriyle sorgularcasına bana baktı.
O gece Tolga’yla yüzleştiğimde, her zamanki gibi sakin ve güven vericiydi, “örnek asker” maskesi yüzüne tam oturmuştu.
“Selin, hayatım, bu sadece geçici bir durum,” dedi, kolunu omzuma atarken. Bir zamanlar huzur veren bu hareket, şimdi bir kısıtlama gibi geliyordu.
“Bu Kaan için, Ceyda’nın oğlu. Hatırlarsın Ceyda’yı? Eski birliğimden? Kocası kahramanca şehit oldu, o bir şehit eşi, Selin. Yardıma ihtiyacı var ve Kaan’ı benim üzerime kaydettirmek hem onun ödenek almasına yardımcı oluyor hem de benim terfim için iyi görünüyor. Önemli bir şey değil.”
“Ama Tolga, Can’ın o programa ihtiyacı var,” diye yalvardım, sesim cılız çıkıyordu. “Başka bir şeye gücüm yetmez. Çalışmam gerekiyor.”
“Rezalet çıkarma, Selin,” dedi, sesi hafifçe sertleşerek. “Bu geçici. Hem Can için bir çözümüm var. Bir süreliğine görev yerimin yakınında, benimle kalabilir. Gayriresmi olarak. Ceyda’nın ayağının altında dolaşmasın, anlarsın ya?”
Kalbim acıyla sızladı, ama bunu tek çıkar yol olarak, kariyeri için, “bir kahramanın ailesine yardım etmek” için sundu. O zamanlar ona güvenen bir eştim, bir aptaldım. Ona inandım ya da inanmak istedim.
Bir hafta sonra, Can’ı bir Kamil Koç otobüsüne bindiriyordum. Küçük sırt çantası en sevdiği atıştırmalıklarla ve o çok sevdiği, rengi solmuş roket resimli mavi tişörtüyle doluydu.
“Babanın yanında uslu bir çocuk ol, tamam mı tatlım?” dedim, onu sıkıca kucaklarken sesim dökülmemiş gözyaşlarıyla boğuklaştı.
Cesurca başını salladı ama alt dudağı titriyordu. “Seni seviyorum anneciğim.”
“Ben seni daha çok seviyorum, bebeğim.”
Onu sapasağlam gördüğüm son an buydu.
Üç gün sonra o telefon geldi. Tolga’dan değil, soğuk sesli bir jandarmadan. Otobüs güzergahında bir olay yaşanmış. Bir kaçırılma. Can yoktu.
Tolga bir gün sonra geldi, teselli etmek için değil, suçlamak için.
“Eğer program hakkında bu kadar yaygara koparmasaydın,” diye kükredi, yüzü öfkeden bir maskeye dönmüştü, “eğer biraz daha güçlü olsaydın, bunlar yaşanmazdı.”
Bana Can’ın muhtemelen temelli gittiğini, “hayatıma devam etmem” gerektiğini söyledi. Yas tutmadı, sadece… sildi.
Bulabildikleri tek şey, otobüs güzergahından kilometrelerce uzakta, dikenli bir tele takılmış o mavi roketli tişörtün küçük, yırtık bir parçasıydı.
Tolga beni boş evimizde, sessizlikle ve o mavi kumaş parçasıyla yalnız bıraktı. “Görevlerine” geri döndü, Ceyda ve Kaan’ın yanına.
Her şeyin ağırlığı, Tolga’nın üzerime yığdığı ezici suçluluk, Can’ın kahkahalarının yerini alan dayanılmaz boşluk, artık çok fazlaydı.
Haplar huzurlu bir kaçış gibi görünüyordu.
Onları birbiri ardına yuttum, her şeyi unutmak için dua ederek.
Karanlık beni içine çekti.