Sonra, onun mükemmel eski sevgilisi Ceyda, sanki hiç gitmemiş gibi hayatımıza geri daldı.
Onun gelişi nazik bir yeniden bir araya gelme değildi; Efe'nin ihmalinin başlattığı şeyi bitirmek için tasarlanmış bir yıkım güllesiydi.
Adımı lekeledi, halka açık bir aşağılama organize etti ve sonra, öfke ve alkolle kör olmuş Efe beni nemli, soğuk bir mahzene sürüklerken gülümseyerek izledi.
En kutsal varlığımı, nişanlımın günlüğünü paramparça etti, sonra sadık köpeğim Paşa'yı gözlerimin önünde vahşice katletti.
Kanlar içinde bilincimi yitirirken, eski sevgilisinin zehirli fısıltısını duydum: Ona dair tüm değerli anılarımı yaktırmıştı.
Her şeyimi almışlardı.
Onurumu, aşkımı, değer verdiğim bir hayata olan son bağımı.
Kalbim oyulmuş bir boşluktu, bir dağ gibi yığılmış keder ve ihanetin altında boğuluyordu.
Bir insan, onu hayatta tutmak için yaptığım fedakarlıklara karşı nasıl bu kadar zalim, bu kadar kör olabilirdi?
Ama o meşum sözleşmemizin resmen sona erdiği gün, çekip gittim.
Sırtımdaki kıyafetlerden ve Ege'de ücra bir inziva merkezine tek yön bir biletten başka hiçbir şeyim olmadan, sonunda kendimi seçtim.
Geçmişi yakıp kül etme ve bir şekilde yeniden var olma zamanı gelmişti.
Bölüm 1
Asya Mertoğlu, Efe Kozanoğlu'nun Boğaz manzaralı çatı katı dairesinin kapısını açtığında, pahalı parfüm ve bayatlamış şampanya kokusu yüzüne vurdu. Bir tane daha.
Sehpanın üzeri boş şişelerle doluydu. Kendisinin olmayan ipek bir eşarp, bir sandalyenin üzerine atılmıştı.
Bu onun rutiniydi. Temizlik yapmak. Kanıtları yok etmek.
Neredeyse beş yıllık kocası Efe, dün geceki hayırseverlik balosundan kalma smokiniyle kanepede boylu boyunca uzanıyordu. Kıpırdandı, tek gözü aralandı.
"Asya," diye homurdandı. "Anca gelebildin."
Belli belirsiz bir hareketle yatak odasını işaret etti. "Şu işi hallet. Eğer basını ararsa onları da. Her zamanki gizlilik sözleşmesi. Standart ödeme."
Sesi düz ve sıkkındı. Sanki marketten bir şey sipariş etmesini istiyor gibiydi.
Asya, ifadesiz bir yüzle başını salladı. "Elbette, Efe."
Yatak odasına yürüdü. Sarışın ve dağılmış genç bir kadın, daha yeni uyanıyordu. Önce irkildi, sonra Asya'yı görünce meydan okuyan bir ifade takındı.
"Sen de kimsin?" diye çıkıştı kadın.
"Ben Bayan Kozanoğlu," dedi Asya, sesi sakin ve profesyoneldi. "Bay Kozanoğlu, gidişiniz için gerekli düzenlemeleri yapmamı istedi."
Gizlilik sözleşmesini ve hazırlanmış bir zarfı komodinin üzerine koydu. "Bunu imzalarsanız, zarfın içindekiler sizin olur. Aşağıda bir araba bekliyor."
Kadının gözleri zarfa, sonra tekrar Asya'ya kaydı, içinde bir hesaplama pırıltısı vardı. İmzaladı.
Asya'nın hayatı buydu. Bedeli ödenmiş altın bir kafes. Beş yıl önce, İstanbul'un bir emlak imparatorluğunun varisi olan Efe Kozanoğlu, ölümün kıyısından dönmüştü. O zamanki kız arkadaşı Ceyda Karahan'ın onu terk etmesinin duygusal çöküntüsü ve pervasız yaşam tarzının tetiklediği nadir bir otoimmün bozukluk, onu sürekli, özel biyolojik desteğe muhtaç bırakmıştı.
Bolu'dan mütevazı bir kız olan Asya, tek uyumlu donördü. Onun eşsiz kök hücreleri, plazması, Efe'yi hayatta tutan tek şeydi.
Ailesinin tarihi oteli borç batağındaydı. Küçük kız kardeşi Lale'nin, karşılayamayacakları deneysel bir tedaviye ihtiyacı vardı.
Efe'nin dedesi ve ailenin reisi Teoman Kozanoğlu Bey, anlaşmayı yapmıştı. Asya, beş yıllığına Efe ile evlenecekti. Gizlice katlandığı acı verici, düzenli operasyonlarla hayat kurtaran biyolojik bileşenleri sağlayacaktı. Karşılığında, ailesinin borçları silinecek, Lale'nin tedavisi finanse edilecekti.
Beş yıl neredeyse dolmuştu. Sadece üç ay kalmıştı.
Üç ay daha Efe'nin zalimliğine, bariz aldatmalarına, varlığına yönelik umursamazlığına katlanacaktı. Üç ay daha, onu bitkin ve ağrılı bırakan, sadece kendisinin, Teoman Bey'in ve ailenin özel tıp ekibinin bildiği o ıstırap verici prosedürlere dayanacaktı.
Efe bunun basit, rutin bir işlem olduğuna inanıyordu. Hiç sormadı. Hiç umursamadı.
O günün ilerleyen saatlerinde Asya, Teoman Kozanoğlu Bey'in heybetli çalışma odasında karşısında duruyordu. Oda, eski kitaplar ve güç kokuyordu.
"Teoman Bey," diye söze başladı Asya, sesi kararlıydı. "Anlaşmamızın feshi hakkında konuşmak istemiştim."
Teoman Bey, kağıtlarından başını kaldırdı, bakışları keskindi. "Fesih mi? Asya, beş yıl henüz tamamlanmadı."
"Farkındayım efendim. Üç ay kaldı. Sadece sözleşmenin sona erdiği gün evliliğin hızlı ve sessiz bir şekilde sonlandırılması için tüm düzenlemelerin yapılacağını teyit etmek istiyorum."
Arkasına yaslandı, onu inceliyordu. "Sen... verimli oldun, Asya. Beklediğimden daha fazlası."
"Ben anlaşmanın kendi payıma düşen kısmını yerine getirdim," dedi Asya. "Her zaman yaparım."
Sözleşme. Kelime aralarında havada asılı kalmıştı. Beş yıldır hayatını bu kelime tanımlıyordu.
"Peki bundan sonra ne yapacaksın Asya?" diye sordu Teoman Bey, sesinde nadiren duyulan, anlaşılamayan bir ton vardı.
"Son güne kadar taahhütlerime sadık kalmayı planlıyorum. Ondan sonra ortadan kaybolacağım. Ailenizden başka bir tazminat talep etmeyeceğim, ailenizle geçirdiğim zamandan da bahsetmeyeceğim. Size söz veriyorum."
Asya'nın sözü ciddiydi, uzun zaman önce kendine verdiği bir yemindi.
Anne ve babasının çaresizlik dolu yüzlerle ona yaklaştığı günü hatırladı. Mirasları olan otel, hacizden birkaç gün uzaktaydı. Lale gözlerinin önünde eriyordu.
"Asya, bir... bir teklif var," diye kekelemişti babası, gözlerine bakamadan.
Annesi ağlamıştı. "Kozanoğulları. Bizi kurtarabilirler. Lale'yi kurtarabilirler. Ama bir şartları var."
Bir evlilik. Tanımadığı bir adamla. Kalbine değil, bedenine ihtiyacı olan bir adamla.
Karar acı vericiydi, ama gerçek bir seçenek yoktu. Lale'nin hayatı pamuk ipliğine bağlıyken değil. Ailesinin geçmişi silinmek üzereyken değil.
Efe, bu görücü usulü evliliğe öfkelenmişti. Onu bir altın avcısı, kendi tıbbi kırılganlığının sürekli, istenmeyen bir hatırlatıcısı olarak görüyordu. İlk günden itibaren küçümsediğini açıkça belli etmiş, hayatlarına bir dizi kadın sokmuştu; çoğu, hala idealleştirdiği kadın olan Ceyda'nın solgun birer kopyasıydı. Asya sadece bir demirbaştı, gerekli ama sevilmeyen bir mobilya parçası.
Efe'nin asla bilmediği, Teoman Bey dışında kimsenin şüphelenmediği şey, Asya'nın fedakarlığının gerçek derinliğiydi. Sadece özgürlüğü, onuru değildi. O sözleşmeyi imzalamadan çok önce paramparça olmuş kalbiydi.
Kozanoğulları tekliflerini yapmadan bir hafta önce, Asya'nın dünyası başına yıkılmıştı. Çocukluk aşkı, nişanlısı, cesur bir İBB itfaiyecisi olan Levent Bozdağ'ın görev başında hayatını kaybettiği bildirilmişti. Feci bir depo yangını, tehlikeli maddeler, bulunabilen hiçbir kalıntı yoktu.
Levent'in ona verdiği ucuz söz yüzüğü hala boynundaki bir zincirde, kıyafetlerinin altında saklıydı. Küçük, kilitli bir kutuda mektupları, fotoğrafları, onun olması gereken bir hayatın kalıntıları duruyordu.
Kederi sürekli, sessiz bir yoldaşıydı. Efe'nin zalimliğine katlanmasını sağlayan duvar, Efe'nin kayıtsızlık sandığı soğukluk buydu. Efe'nin ondan alabileceği hiçbir şeyi kalmamıştı.
Beş yıl sonra, sessiz bir yer bulacaktı. Yalnız kalacağı bir yer. Belki de okuduğu gibi ücra bir ruhani inziva merkezi. Ege'deki Huzur Vadisi. Sadece olmak, Levent'in anısını onurlandırmak, sonunda dünyanın silinip gitmesine izin vermek için bir yer. Bu düşünce, hayatının engin karanlığında küçük, titrek bir mum ışığıydı.
Oraya gidecekti. Huzur bulacaktı. Bulmak zorundaydı.