Ama bizim dünyamızda eşler öylece çekip gitmezler; ortadan kaybolurlar. Ben de kendi kayboluşumu planlamaya karar verdim ve onu, kendisi için özenle inşa ettiği yıkıma terk ettim.
Bölüm 1
Katerina'nın Ağzından:
Kocam bana onun varisini taşıyamayacak kadar genetik olarak kusurlu olduğumu söylediği gün, aynı zamanda yerime geçecek kadınla da tanıştırdı. Gözleri benimki gibiydi, saçları benimki gibiydi ama rahmi işe yarıyordu.
Günlerden salıydı. İstanbul'un üzerindeki gökyüzü, Boğaz manzaralı çatı katı dairemizde kopmak üzere olan fırtınayı yansıtan çürük bir mor renge bürünmüştü. Ateş, boydan boya uzanan pencerelerin önünde duruyordu; şehir ışıklarına karşı bir güç ve buz gibi bir hakimiyet siluetiydi. Ailenin özel kliniğinden son test sonuçları geldiğinden beri bana dokunmamıştı.
"Bu bir mitokondriyal kusur, Katerina," demişti, sesi umutsuzca ihtiyaç duyduğum teselliden yoksun, dümdüzdü. "Temiz bir soy her şeydir. Bunu biliyorsun."
Biliyordum. Ben, Katerina Aydın, Karamanoğlu ailesine gelin gidip Ateş'in karısı olduğum gün bunu öğrenmiştim. Tek bir amacım vardı: bir veliaht doğurmak ve Ateş'in konumunu güvence altına almak. Beş yıldır başaramamıştım.
Şimdi babası, "Baba" Davut Karamanoğlu, ölüyordu. Son emri aile içinde bir ölüm çanı gibi yankılanmıştı: gelecek yıl içinde bir veliaht doğmalıydı, yoksa Ateş unvanından mahrum kalacaktı. İstanbul'un en güçlü ailesinin liderliği kuzenine geçecekti. Bu, ölümden beter bir kaderdi.
"Ben de bir çözüm buldum," dedi Ateş, pencereden dönerek. Sözler, söylenmemiş bir kesinlikle havada asılı kaldı. Kapıyı işaret etti ve bir an sonra o kadın içeri girdi.
Adı Asya Demir'di. Benim bir hayaletimdi, daha ucuz, daha kaba bir versiyonum. Aynı koyu renk saçlar, aynı mavi gözler, ama benim duruşum yılların bale eğitiminden dolayı dimdikken, onunkisi meydan okuyan bir kaykılmaydı. Bakışlarında bir açlık, ham ve umutsuz bir hırs yüzüyordu. Evimize hayranlıkla değil, hesap yaparak bakıyordu.
"Çocuğu o taşıyacak," diye belirtti Ateş, sormadı. "Bu bir aile meselesi. Bir anlaşma. O sadece bir taşıyıcı."
Bir taşıyıcı. Benim veremediğim veliaht için bir kap. Umut, keskin ve acı verici bir şekilde hissizliğimi delip geçti. Belki de tek yol buydu. Aile için. Ateş için.
"Çocuk doğduktan sonra," diye devam etti, gözleri yanındaki kadını görmezden gelerek bana sabitlenmişti, "o gidecek. Her şey normale dönecek."
Ama normal çoktan çatlamıştı. "Varlığı" korumak için Asya'yı güvenliği için denetlemesi gerektiğini iddia ederek geç saatlere kadar dışarıda kalmaya başladı. Beşinci evlilik yıldönümümüz geldi ve geçti. Yalnız başıma, yıllar önce bana verdiği, şimdi bir yalan gibi hissettiren bir sözün sembolü olan pırlanta kolyeye bakarak geçirdim. Kendi hayatımda bir hayalete, elimden kayıp giden bir krallıkta yer tutucu bir kraliçeye dönüşüyordum.
İlk çatlak bir hafta sonra bir uçuruma dönüştü. Bir hayır kurumu etkinliğinden dönerken siyah bir sedan araba yolcu tarafıma çarptı. Bu bir kaza değildi. Rakip bir aileden bir mesajdı, Karamanoğlu gücünün bir testiydi. Sarsılmış, alnımdaki bir kesikten kanayarak Ateş'i aradım. Cevap yok. Telefonu doğrudan sesli mesaja düştü.
*Suskunluk yemini*, devlet hastanesine gidemeyeceğim anlamına geliyordu. Kendimi ailenin Nişantaşı'ndaki gizli acil kliniğine götürdüm. Doktor başımı dikerken, kocamın sessizliği asfaltta ciyaklayan lastik seslerinden daha gürültülüydü.
Nihayet çatı katına döndüğümde, hava durgun ve ağırdı. Yatak odamıza girdim ve kalbim durdu. Makyaj masamda, Vakko parfümlerimin yanında bir ruj vardı. Asla kullanmayacağım ucuz, cırtlak bir kırmızı tonuydu. Bir lekesi beyaz mermeri kirletmişti.
Asya. Buradaydı. Benim odamda. Benim özel alanımda. Karamanoğlu ailesinin güvenliği, Ateş'in komuta etmesi gereken aşılmaz kale, "taşıyıcı" dediği bir kadın tarafından ihlal edilmişti.
Ancak gerçek, bir ay sonra bir partide ortaya çıktı. Beyoğlu'nda özel bir kulüpte ailenin en önemli iş ortaklarının katıldığı resmi bir toplantıydı. Ateş mükemmel bir ev sahibiydi, kolu sahiplenircesine belimdeydi, yüzünde halk için sabitlenmiş bir gülümseme vardı. Ama gözleri uzaktaydı.
Bir anlığına izin istedim, loş bir terasta sığınak aradım. Özel bir ofisin açık kapısından onun sesini duydum. Sağ kolu Mert'le konuşuyordu.
"Ona doyamıyorum, Mert," diyordu Ateş, sesi yıllardır duymadığım bir duyguyla kabalaşmıştı. "O ateş gibi. Gerçek. Mükemmel bir heykel gibi değil..."
Kanım dondu.
"Bodrum'daki villa," diye devam etti Ateş, "orayı hazırla. Bebek doğduktan sonra onu oraya yerleştireceğim. Onu ve çocuğu."
O villa. Onuncu yıldönümümüz için bana söz verdiği yer. *Bizim* için bir yer.
Elim titredi ve boş bardaklarla dolu bir tepsiyi devirdim. Taş zeminde paramparça oldular. Ateş ve Mert sustu. Bir saniye sonra Ateş kapıda belirdi, yüzü bir panik maskesiydi.
"Katerina. Burada ne yapıyorsun?"
"O kim, Ateş?" diye fısıldadım, kelimeler boğazıma takıldı.
"Hiçbir şey," diye tısladı, kolumu tutarak. "Asya burada değil. Hiçbir şey duymadın. Mert," diye omzunun üzerinden bağırdı, "bu konuşma hiç yaşanmadı."
Beni çekiştirdi, tutuşu morartıcıydı. O gece ilerleyen saatlerde, uyuduğumu sandığında, şifreli tabletini çantasından sessizce aldım. Şifresi hala benim doğum günümdü. Bu ironi acı bir haptı.
İşte oradaydı. Asya. Onlarca fotoğraf. Arabasında gülerken. Bizim olmayan bir yatakta onun gömleğini giyerken. Ve sonra onu gördüm: "Bodrum" etiketli bir klasör. İçinde bir bebek odası için mimari planlar vardı. Beni içermeyen bir hayatın planları.
Mükemmel heykel sonunda çatlamıştı. Ve biliyordum ki öylece çekip gidemezdim. Bizim dünyamızda, bir babanın sağ kolunun karısı öylece çekip gitmezdi. Ortadan kaybolurlardı. Ama ben başka bir kurban olmayacaktım. Kendi çıkışımı, kendi şartlarımla, onun ihanet etmeye bu kadar istekli olduğu bir ailenin onuru için planlayacaktım.