Ancak Berk bakışını yakaladı ve mücevher kutusunu umursamazca kapattı. "Yelda geri döndü. "Bu onun hediyesi," diye açıkladı; sözleri keskin ve soğuktu, yanlış anlama payı bırakmıyordu.
O an, her şey acı verici bir berraklıkla yerine oturdu. Ceren bakışlarını yere indirdi; kalın çerçeveli gözlükleri, gözlerinde kabaran acı ve hayal kırıklığını gizlemeye yetmiyordu.
Berk'in eski aşkı Yelda Mutlu geri dönmüş, kalbindeki yerini yeniden almıştı. O an Ceren, Berk'le geçen üç yılın ardından aslında oraya hiç ait olmadığını, sevgisini kazanamadığını, hep eşiğin dışında kaldığını; şimdi de eskimiş, lüzumsuz bir eşya gibi kenara itildiğini anladı.
Berk'in kaşları öfkeyle çatıldı; sabrı tükenirken Ceren'in omuzları çökmüş, sessizce duruşunu seyretti. "Sana tazminat vereceğim. Hadi, bunu kapatıp yolumuza bakalım. "Kendini kandırma; ait olmadığın bir yere aitmişsin gibi davranma," dedi, sesi buz gibiydi.
Dürüst olmak gerekirse, Berk Ceren'in görünüşünde, duruşunda ya da evi çekip çevirişinde kusur bulmamıştı. Sorun şuydu: Ceren onu yalnızca sıkıyordu. Berk'in gözünde Ceren, ağzında tat bırakmayan bir yemek gibiydi—tat vermeyen, kolayca kenara itilecek türden. Evdeki düzen ve verim, onu Berk'in arzuladığı kadın kılmıyordu.
Ceren'in suskunluğu, Berk'in alnındaki çizgileri daha da derinleştirdi. Sesi iyice soğudu. "Kararını vermen için üç günün var. Sabırımı zorlama—sonsuz sabrım yok."
Ceren, tereddüt etmeden, "Daha fazla zamana gerek yok," diye yanıt verdi. Hemen şimdi imzalayacağım. Sakinlikle kalemi aldı, boşanma evrakına adını attı.
Mahkemede gereken işlemleri birlikte tamamladılar; kısa sürede tüm resmî prosedür geride kaldı.
Dışarı çıktığında, Ceren göğsünde ağır bir sızı hissetti; fakat içine tuhaf bir özgürlük doldu.
Berk'in kalbine ulaşma umudu söndü—artık tek taraflı bir ilişkide ömrünü heba etmeyecekti. Bundan böyle umutla hüsran arasında savrulmayacak; karşılık vermeyen bir adamı sevmenin kendi kendine açtığı yaraları taşımayacaktı. Sürüp giden acı, bin kesikle can vermek gibiydi; en iyisi bir kerede kesip atmaktı. Ve şimdi nihayet her şey bitmişti—geri dönüşü olmayan bir sona varılmıştı.
Berk'in telefonunun ansızın çalan zili, Ceren'in dalgınlığını dağıttı. Berk telefonu açtı; yüzündeki endişe bir anda keskinleşti. "Ne? Yelda hastaneye mi kaldırıldı? Hemen geliyorum!"
Vedalaşmadan Berk arabasına fırladı ve hızla uzaklaştı; Ceren'e ne bir yolculuk teklif etti ne de ikinci bir bakış.
Yelda söz konusu olunca Berk, elindekini avucundakini bırakır, aklı fikri onda olurdu.
Berk ortadan kaybolur kaybolmaz, siyah-kırmızı şık bir Bugatti Ceren'in tam önünde şak diye durdu.
İçinden, Ceren'in en yakın arkadaşı Devin Meric indi; üstünde cesur bir kıyafet, yüzünde geniş, muzip bir gülümseme vardı. "Özgürlük sana pek yakışıyor, Ceren. Nihayet o curcunadan sıyrıldığın için tebrikler."
Devin bileğini hafifçe kıvırıp anahtarları Ceren'e uzattı; gözleri ışıl ışıldı. "Bu gece biraz delilik yapmaya ne dersin?"
Ceren anahtarları zarafetle kapıp doğrudan direksiyona geçti. "Bin," dedi; sesinde zerre tereddüt yoktu.
Devin vakit kaybetmeden yolcu koltuğuna kuruldu. Ceren gaza yüklendi ve mahkemeyi—ve maziyi—arkasında bıraktı.
Bugatti, Turkuaz Otoyolu'nda hızla akarken motorun kükremesiyle heyecana karışan bir özgürlük rüzgârı esiyordu.
"Cidden bir bara gidip kutlamalıyız. Beni tutmasaydın, o anda bir şişe açar, o pisliği başından aşağı boca ederdim," dedi Devin, öfkesini zor dizginleyerek.
"Yeri sen seç. Ama önce bir kuaföre uğramam gerek," diye karşılık verdi Ceren; dışarıdan sakin görünse de içinde çılgınca bir eğlence arzusu kabarıyordu.
Devin ona yan gözle baktı. "Üç yıl radardan kayboldun ama insanlar hâlâ seni soruyor. Tacını ne zaman geri alıp tıp dünyasını yine altüst edeceksin?"
Ceren omuz silkmekle yetindi. "Henüz bir plan yapmadım," diye karşılık verdi; sesi soğuk ve kayıtsızdı.
Devin'den keskin, alay kokan bir kahkaha patladı. "Söylentiye göre eski kocan, efsanevi doktor Kral'ı bulmak için şehri altını üstüne getiriyor; kıymetlisi uğruna çaresiz. Gerçekten Kral olduğunu öğrendiğinde yüzünü bir düşün."
Ceren'in dudaklarından tek kelam çıkmadı. Yalnızca ileriye baktı; yüzü okunmuyordu.
......
Bu arada Berk'in arabası trafikte adeta yarışıyor, sinirleri gerildikçe geriliyordu. Yol boyunca sekreterini aradı. "Kral'ın nerede olduğuna dair hâlâ bir gelişme yok mu?"
Kral'ın itibarı dünyaya yayılmıştı; efsanevi, gizemli bir şifacıydı ve üç yıl önce iz bırakmadan kaybolmuştu. Kral'ı bulmak için atılan tüm adımlar sonuçsuz kalmıştı. Doktorun gerçek kimliği tam bir muammaydı—kimse Kral'ın yüzünü görmemiş, hatta cinsiyetini bile doğrulayamamıştı.
Sekreterin sesi telefonda cızırtılar eşliğinde yankılandı. "Tanıdığımız herkese ulaştık, Bay Demir, ama Kral hâlâ kayıp."
Berk'in kaşları iyice çatıldı. "Kral'ı bulana dek durmayın. Ne gerekiyorsa yapın!"
"Çalışmaya devam edeceğiz!"
Berk'in içini huzursuzluk kemirirken arabayı hastanenin otoparkına çekti ve girişe doğru atıldı. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun Kral'ı aramaktan vazgeçmeyecekti—Yelda'nın hayatı buna bağlıydı.