İşte o zaman cezalar başladı. Bu gece, Beren ona ters baktığımı iddia ettiği için beni terk edilmiş bir depoya sürükledi. Hasta annem bir sandalyeye bağlanmış, etrafı ağzı açık benzin bidonlarıyla çevrilmişti.
Bir çakmak çaktı ve yalanımı itiraf etmem için bana on saniye verdi. Bir zamanlar annemin ilaçlarını almak için gündelik işlerde çalışan adam, şimdi başka bir kadın ağladı diye onu diri diri yakmakla tehdit ediyordu.
Ama hepsi hastalıklı bir performanstı. Tam çakmağı fırlatıp alevler yükseldiğinde, adamları annemi güvenli bir yere sürükledi. "Gördün mü, uslu bir kız olmadığında neler olduğunu?" diye fısıldadı ve Beren'le birlikte gitti.
Annemi o cehennem çukurundan çıkarırken, yıllardır kullanmadığım bir numarayı aradım.
"Kaan? Yardımına ihtiyacım var. Yok olmam gerek."
Bu sefer alevler içinde kalacak olan onun dünyası olacaktı.
Bölüm 1
Tüm şehir benim, Aylin Aydın'ın, yaşayan en şanslı kadın olduğumu söylüyordu.
Sosyal statü basamaklarını tırmandığımı, modern zamanların bir Külkedisi masalı olduğumu söylüyorlardı.
Teknoloji milyarderi, şehrin ekonomisini avucunda tutan adam Hakan Arsoy'un beni el üstünde tuttuğunu, bana değer verdiğini, beni kemiklerine kadar sevdiğini söylüyorlardı.
Bu çok güzel bir hikâyeydi.
Şefkatli bir lokanta garsonu, korkunç bir araba kazasından sonra yakışıklı bir hafıza kaybı yaşayan adamı kurtarır. Onu küçük, işçi sınıfı kasabasında sağlığına kavuşturur. Her zaman yağ ve çamaşır suyu kokan küçücük bir dairede kurulan basit, saf bir aşkla birbirlerine âşık olurlar.
O zamanlar adı sadece Hakan'dı. Sırtındaki kıyafetlerden ve benden başka hiçbir şeyi yoktu.
Benim de hasta annemden ve ondan başka hiçbir şeyim yoktu.
Birbirimizin her şeyiydik.
Gündelik işlerde çalışır, sonradan milyarlık anlaşmalar için yaratıldığını öğrendiğim elleri amelelikten nasır tutardı. Her kuruşunu biriktirir, annem İnci'nin pahalı ilaçlarını alırdı.
Sonra, kazadan tam bir yıl sonra, hafızası geri geldi.
Öldüğü sanılan acımasız teknoloji devi Hakan Arsoy yeniden ortaya çıktığında dünya şok olmuştu. Ailesinin öfkeli itirazlarına ve tüm sosyal çevresinin alaylarına rağmen benimle evlenmekte ısrar ettiğinde ise daha da şok olmuşlardı.
Geri dönüşünü duyurduğu basın toplantısında elimi tuttu ve tüm dünyaya, "Aylin benim karım. Kim olursam olayım, ona olan aşkım asla değişmeyecek," dedi.
Bu bir peri masalıydı.
Ama ben gerçeği biliyordum. Bir zamanlar çok nazik olan gözleri bana yeni, ürpertici bir pırıltıyla baktığı an anlamıştım.
Sevdiğim adam, benim için portakal soyan o nazik Hakan, Hakan Arsoy hayata döndüğü gün ölmüştü.
Onun yerinde bir canavar vardı. Beni karısı olarak değil, bir mülk olarak gören paranoyak, patolojik derecede sahiplenici bir yabancı.
Aşkı bir kafese dönüştü.
Ve sonra Beren Taş'la tanıştı. Kaostan beslenen, provokatif, kendini performans sanatçısı ilan eden biri. Ona vurulmuştu.
İşte o zaman cezalar başladı.
"Garsona çok uzun baktın, Aylin," derdi, sesi alçak bir hırıltı gibiydi. Ve bunun için bir gün boyunca karanlık bir odaya kilitlenirdim.
Bu geceki ceza yeni bir şey içindi. Beren, bir galeri etkinliğinde ona "ters baktığımı" ve kendini "güvensiz" hissettiğini ağlayarak anlatmıştı.
"Hakan, yapmadım," diye yalvardım, beni arabadan sürüklerken sesim titriyordu. "Onunla hiç konuşmadım bile."
Hiçbir şey söylemedi. Yüzü soğuk bir öfke maskesiydi. Beni şehrin kenar mahallelerindeki terk edilmiş bir deponun kapılarından içeri çekti, hava küf ve benzin kokusuyla ağırdı.
Kanım dondu. Burayı biliyordum. Geçen ay satın almıştı.
Beni ana salona itti ve kalbim durdu.
Annem İnci, odanın ortasında bir sandalyeye bağlanmıştı. Yüzü dehşetle solgundu, zayıf ciğerleri nefes almak için çırpınıyordu. Etrafı benzin bidonlarıyla çevriliydi.
"Beren'e ne dedin?" Hakan'ın sesi sakindi, ki bu öfkesinden çok daha korkutucuydu. Anneme doğru yürüdü, elinde bir çakmak çaktı. Alev karanlıkta dans etti.
"Hakan, hayır! Lütfen!" Ona doğru atıldım, dizlerimin üzerine düştüm. "O benim annem! Sahip olduğum tek şey o!"
Bana baktı, ifadesi okunmuyordu. "Sana son bir kez soruyorum. Beren'i ne dedin de ağlattın?"
"Yapmadım! Yemin ederim yapmadım!" Gözyaşlarım yüzümden süzülüyordu. Pantolonunun paçasını tuttum, tüm vücudum titriyordu. "Lütfen Hakan, o hasta. Stres onu öldürür."
"Bana gerçeği söylemen için on saniyen var, Aylin," dedi, sesi fısıltıya dönüştü. "Yoksa buranın ne kadar yanıcı olduğunu öğrenirim. On."
Zihnim parçalandı. Bir zamanlar onun ilaçlarını almak için para biriktiren adam, şimdi onu diri diri yakmakla tehdit ediyordu. Başka bir kadının söylediği bir yalan yüzünden.
Beni hiç sevmemişti. Gerçek beni değil. Beni kurtaran o basit kız fikrini, kendi mülkünü sevmişti. Ve şimdi, yeni bir oyuncağa vurulmuştu.
Bir ay önce, beni ilk kez dolaba kilitledikten sonra boşanmak istemiştim. Gülmüş, eliyle çenemi morarana kadar sıkmıştı.
"Boşanmak mı?" diye alay etmişti. "Aylin, sen bana aitsin. Gitmene izin yok. Asla. Beren sadece eğlence için. Sen benim karımsın. Yerini öğrenmen gerek."
Başka seçeneğim yoktu. Kapana kısılmıştım.
"Beş," diye saydı, başparmağı çakmağın tekerleğinin üzerindeydi.
"Dört."
Benzin dumanı başımı döndürüyordu. Annem sessizce ağlıyor, gözleri bana yalvarıyordu.
"Üç."
"Ben yaptım!" diye çığlık attım, kelimeler boğazımdan yırtılarak çıktı. "İtiraf ediyorum! Ona senden uzak durmasını söyledim! Kıskandım! Özür dilerim!"
Sayma durdu. Hakan'ın yüzü karanlıktı, gözleri beni delip geçiyordu. Çakmağı kapatıp cebine koydu.
Bana doğru yürüdü, saçımı tutup başımı geriye çekti. "Çok geç."
Kanım dondu. "Ne?"
Çakmağı çaktı. Küçük bir alev belirdi ve onu açık benzin bidonlarından birine doğru fırlattı.
"HAYIR!"
Dünya ateşle patladı. Kükreme sağır ediciydi. Alevler tavana doğru fırladı, sandalyeyi yuttu, annemin çığlıklarını yuttu.
Yere yığıldım, ruhumdan ham, hayvani bir feryat koptu. Cehenneme doğru süründüm, ellerim pürüzlü betona sürtünüyordu. "Anne! ANNE!"
Sıcak dayanılmazdı. Duman beni boğuyordu. Görüşüm kalın bir gözyaşı perdesinin arkasında bulanıklaştı. Gitmişti. Onu öldürmüştü.
Aniden, bir yan kapı hızla açıldı. Hakan'ın korumaları yangın söndürücülerle içeri daldı, arkalarından Beren Taş geldi, gayet iyi görünüyordu, dudaklarında bir sırıtış vardı.
Yangını çabucak söndürdüler.
Ve onu gördüm.
Annem alevlerden birkaç metre uzakta yerdeydi, öksürüyor ve nefes almaya çalışıyordu, ama hayattaydı. Korumalardan biri Hakan çakmağı atmadan hemen önce onun iplerini çözmüş ve onu uzaklaştırmıştı.
Hepsi bir şovdu. Bana bir ders vermek için hastalıklı, çarpık bir performans.
Baktım, zihnim boş, yankılanan bir dehşet odasıydı. Gülmeye başladım. O devasa alanda yankılanan kırık, histerik bir ses.
Hakan yanıma geldi, çömeldi. Başparmağıyla yanağımdaki bir gözyaşını sildi, dokunuşu buz gibiydi.
"Gördün mü, Aylin?" diye fısıldadı, sesi hastalıklı bir şefkatle doluydu. "İşte uslu bir kız olmadığında böyle olur. Bu acıyı hatırla. Beni bir daha bunu yapmaya zorlama."
Ayağa kalktı, üzerimde yükseldi. "Anneni al ve eve git. Döndüğümde yemeği hazırlamış olmanı bekliyorum."
Beren'le birlikte döndü ve gitti, Beren omzunun üzerinden bana zafer dolu bir bakış attı.
Yerde kaldım, titriyordum, sonunda hareket edebilene kadar. Anneme doğru süründüm, ayağa kalkmasına yardım ettim. Kontrolsüzce titriyordu.
Onu o cehennem çukurundan yarı taşıyarak, yarı sürükleyerek çıkardım. Dışarıda, soğuk gece havasında telefonumu çıkardım, parmaklarım ekranla boğuşuyordu.
Numarayı buldum. Yıllardır aramadığım bir numara.
"Kaan?" diye fısıldadım, sesim çatladı. "Ben Aylin. Yardımına ihtiyacım var. Yok olmam gerek."
Şehrin siluetine, üzerinde onun adının olduğu parlayan kuleye geri baktım.
Bu iş bitmişti. Her şeyi yakıp kül edecektim.