Onun bu durumu "halletme" şekli, Katya ile bir ilişkiye başlamak, onu halka açık davetlere getirerek beni herkesin önünde küçük düşürmek oldu.
Hamile olduğumu öğrendiğimde, bebeğimizin bizi kurtaracağını ummuştum. Birkaç hafta boyunca gerçekten de neşeli görünüyordu.
Sonra Katya aradı. Can'ın onunla da bir bebek istediğini ve benim onun gözündeki "puanımın" giderek düştüğünü iddia etti.
O anki saf öfkeyle ona bir tokat attım. Can'ın cezası ise hızlı ve acımasızdı.
Beni tutuklattı. Üç aylık hamileyken. Soğuk bir nezarethanede tek başıma bıraktı.
Hatta eğilip karnıma fısıldadı: "Annen yaramazlık yaptı. Bu da onun cezası."
Bir zamanlar benim için dünyaları yerinden oynatan adam, şimdi metresini önceliklendirerek beni bir hücreye terk ediyordu. Peri masalım bir kâbusa dönmüştü ve nasıl bu hale geldiğimizi aklım almıyordu.
Bölüm 1
Kelepçelerin soğuk metali Esra'nın bileklerine batıyordu. Kocası Can Tekinsoy'a baktı. Yüzünde buz gibi bir kayıtsızlık maskesi vardı. Yanında ise Katya Soral, belli belirsiz, zafer dolu bir gülümsemeyle onun koluna yapışmıştı.
"Can, lütfen," diye yalvardı Esra, sesi çatlayarak. "Ona dokunmadım bile. Kendi kendine düştü."
Can'ın bakışları buz kesiyordu. O bir hukuk dehasıydı, İstanbul'un en köklü ailelerinden birinin, Tekinsoy İmparatorluğu'nun varisiydi, onu sonsuza dek sevmesi gereken adamdı. Şimdiyse ona bir yabancıya, bir kenara atılacak bir çöp parçasına bakar gibi bakıyordu.
Bizzat kendisinin çağırdığı polislere, "Götürün bunu," dedi. "Bir ders alması gerekiyor."
Bunu yeni takıntısı Katya'yı memnun etmek için yapmıştı. Bunu, Esra onların çocuğuna üç aylık hamileyken yapmıştı.
Memurlar tereddüt etti, gözleri Esra'nın karnına kaydı. "Beyefendi, kendisi hamile."
"Sadece nezarethanede bir gece," dedi Can, sesinde zerre kadar sıcaklık yoktu. "Yaptıkları üzerine biraz düşünmesi için zaman."
Sonra eğildi, yüzünü Esra'nın karnına yaklaştırdı ve tüyler ürpertici derecede yumuşak bir tonda konuştu. "Duyuyor musun küçük adam? Annen yaramazlık yaptı. Bu da onun cezası. Uslu durmalı ve ona hiç sorun çıkarmamalısın."
Saf bir dehşet dalgası Esra'yı sardı. Bu, evlendiği adam değildi. Bu, onun yüzünü takan bir canavardı.
"Can, o senin bebeğin," diye fısıldadı, gözyaşları yüzünden sel gibi akıyordu. "Bizim bebeğimiz."
Can alayla güldü, acımasız, çirkin bir sesti bu. "O zaman neden Katya'ya zarar vermeye çalıştın? O an bebeğimizi düşündün mü?"
Cevap beklemedi. Arkasını döndü, "sarsılmış" Katya'yı uzaklaştırırken Esra'nın bir polis arabasına bindirilmesini izledi. Dünya ekseninden kaymış, Esra ise dipsiz bir boşluğa düşüyordu. Peri masalı bir kâbusa dönmüştü.
Nasıl bu hale geldiklerini aklı almıyordu.
Can Tekinsoy, İstanbul sosyetesinin altın çocuğuydu, Tekinsoy Holding'in dahi varisiydi. Ve o, orta sınıf bir aileden gelen, sade bir tekstil sanatçısı olan Esra Yılmaz'ı seçmişti.
Beş yıldır evli, sekiz yıldır birlikteydiler.
Güçlü, elitist ailesi Behzat ve Cahide Tekinsoy'a sırf onunla olabilmek için kafa tutan adamdı o. Ailesi Esra'yı sıradan, hanedanlarına layık olmayan biri olarak görüyordu.
Ama Can bir zamanlar onun kahramanıydı, ona delicesine bağlıydı. Sırf akşam yemeği için yurt dışı gezilerinden döner, onun tek bir eseri için tüm sanat galerilerini satın alır, hatta ailesinin ayarladığı bir evlilik yüzünden onlarla bağlarını koparmakla tehdit ederek, "Hayatımda evleneceğim tek kadın Esra'dır. O olmazsa, Tekinsoy İmparatorluğu batsın, umurumda değil," diye kükremişti.
Ona Levent'teki Boğaz manzaralı çatı katı dairelerinde özel bir sanat atölyesi inşa etmiş, dünyanın dört bir yanından en iyi malzemeleri getirtmişti. Saatlerce oturup sadece onun çalışmasını izlerdi, gözleri o kadar derin bir aşkla doluydu ki, bu aşk elle tutulur gibiydi.
Bana evlenme teklif ettiğinde, o gece için tüm Dolmabahçe Sarayı'nı kiralamıştı. Muayede Salonu'nun ortasında tek dizinin üzerine çökmüş ve sesi titreyerek karısı olmasını istemişti.
Herkes onun dünyanın en şanslı kadını olduğunu söylüyordu.
O da buna inanmıştı.
Sonra, altı ay önce, Katya Soral ortaya çıktı.
Esra bu ismi ilk olarak sosyeteyi takip eden bir magazin yazarı arkadaşından duymuştu.
"Şehirde yeni bir 'performans sanatçısı' var, Katya Soral," demişti arkadaşı öğle yemeğinde. "Büyük ses getiriyor. Bir bağış gecesine katılmış ve İstanbul'un en ulaşılmaz adamını, yani senin Can'ını fethedeceğini açıkça ilan etmiş."
Bu hikâye, çevrelerindeki herkesin diline düştü. Katya bir sosyal medya fenomeniydi, kendini psikolojik manipülasyonu sanat aracı olarak kullanan bir sanatçı olarak tanıtıyordu. Kurnazdı ve hedefi güçlü, zengin adamlardı.
Arkadaşları Esra'yı uyardı. "Dikkatli ol. Bu kadın bir avcı."
Esra gülüp geçmişti.
"Can beni seviyor," demişti, kendine tamamen güvenerek.
Bu güveni temelsiz değildi. Sekiz yıllık sarsılmaz bir bağlılığın üzerine kuruluydu. Can'ın onu ailesinin aşağılamalarından koruduğu anıların üzerine kuruluydu. Sessiz gecelerin ve tutkulu ilanların üzerine kuruluydu. O, Can'ın dünyasıydı. Aptal bir fenomen bunu değiştiremezdi.
Sonra Can'ın dizüstü bilgisayarındaki gizli klasörü buldu.
Gece geç bir saatti. Can uyuyordu ve Esra bir yemek tarifi bakmak için onun bilgisayarını kullanıyordu. Klasörün adı "K.S. Projesi" idi. İçinde Katya Soral'ın yüzlerce fotoğrafı vardı. Bazıları profesyonel, bazıları ise uzaktan çekilmiş gizli fotoğraflardı. Notlar, Katya'nın sosyal medya paylaşımlarının, sevdiklerinin, sevmediklerinin detaylı analizleri vardı. Bu, apaçık bir saplantıydı.
Keskin bir sancı Esra'nın midesine saplandı. Midesi bulandı.
Onu uyandırdı, elleri titreyerek bilgisayarı tutuyordu. "Bu ne, Can?"
Ekrana baktı ve bir anlığına yüzünden ne olduğu anlaşılamayan bir ifade geçti, sonra kendini toparladı. Onu kollarına çekti, sesi pürüzsüz ve güven vericiydi.
"Esra, aşkım, bu hiçbir şey değil. O... ilginç biri. Sadece bir... merak konusu, hepsi bu."
"Merak konusu mu?" diye sormuştu Esra, sesi gergindi.
"Onun bütün 'markası' pazarlama açısından büyüleyici," diye açıkladı, mazereti kendi kulaklarına bile zayıf geliyordu. "Bu, etki alanının yeni bir sınırı. Ben sadece... yöntemlerini inceliyorum. Nasıl takıntılı olduğumu bilirsin."
Ona asla ihanet etmeyeceğine söz verdi. Bu durumu halledeceğine söz verdi.
Ve o, bir zamanlar kendisine tapan adamın anısına tutunarak, ona inanmayı seçti.
Onun "halletme" şekli, Katya ile bir ilişkiye başlamaktı.
Katya'yı halka açık etkinliklere getirmeye, onu bir "iş ortağı" olarak tanıtmaya başladı. İlk kez bir yardım müzayedesinde, Katya'yı kendi masalarına oturtmuştu. Bu aşağılanma fiziksel bir darbe gibiydi. Esra, odadaki herkesin gözlerinin kendi üzerinde olduğunu hissetti.
Eve döndüklerinde onunla yüzleşmişti, ihanetin her kelimesini yüzüne vurdukça sesi yükseliyordu.
"Boşanmak istiyorum, Can."
Tavrı anında değişti. Büyüleyici maskesi düştü, yerine tüyler ürpertici bir soğukluk geldi. "Hayır."
"Bunu bana yapamazsın!"
"Dramatik olma, Esra," demişti, sesi alçak ve tehlikeliydi. "Sen benim karımsın. Karım olarak kalacaksın. O kelimeyi bana bir daha asla söyleme."
Sözleri fiziksel bir tokat gibiydi, onu sessizliğe boğmuştu.
Ertesi gün Katya onu aradı.
"Merhaba, Esra. Sadece nasıl olduğunu merak ettim." Sesi mide bulandırıcı derecede tatlıydı. "Can dün gece üzüldüğün için çok kötü hissediyor."
"Ne istiyorsun?" diye sordu Esra, sesi ifadesizdi.
"Sadece nerede durduğunu bilmen için arıyorum. İnsanların sevgisini takip etmek için kullandığım küçük bir sistemim var. Beğenilirlik puanı diyebiliriz. Şu anda, onun bana olan puanı %75. Seninki ise... düşüşte."
Esra telefonu kapattı.
Birkaç gün sonra hamile olduğunu öğrendi. Bunun onları kurtarabilecek tek şey olduğunu düşünmüştü. Bir bebek. Onların bebeği. Eski Can'ı geri getirmeliydi.
Ona söylediğinde, neşeli görünüyordu. Birkaç hafta boyunca her şey neredeyse normaldi. İlgiliydi, şefkatliydi. İsimlerden, bebek odalarından bahsediyordu. Kırılgan ve umutsuz bir umut, Esra'nın göğsünde filizlenmeye başladı.
Sonra Katya tekrar aradı.
"Tebrikler," dedi Katya, sesi sahte bir samimiyetle damlıyordu. "Ama bir bebek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Hatta Can az önce bana benim de onun bebeğini doğurmamı istediğini söyledi. Bizim çocuğumuzun gerçek bir sanat eseri olacağını düşünüyor. Ona olan etkim şimdi %85. Yakında tamamen benim olacak. Sen, evin, bebeğin... hepsi benim olacak."
Esra'nın içindeki bir şeyler koptu. Aylardır süren manipülasyon, aşağılanma ve acı patladı. O öğleden sonra, Katya davetsizce çatı katı dairelerine geldiğinde, Esra ona tokat attı.
Sert bir tokat değildi, daha çok birikmiş öfkenin boşalmasıydı. Ama Katya fırsatını görmüştü.
Can'ın cezası hızlı ve acımasızdı.
Onu tutuklattı.
Şimdi, soğuk, steril nezarethanede otururken, tepesindeki tek ampul vızıldarken, Esra ona olan aşkının son kırıntılarının da öldüğünü hissetti.
Aşağılanmaya, tehditlere, halka açık ilişkiye katlanmıştı. Ama onun çocuğunu taşırken tutuklatılması... bu yeni bir zalimlik seviyesiydi.
Karnına dokundu. İçindeki küçük hayat, onu bir zamanlar sevdiği adama bağlayan tek şeydi.
Ve hem korkutucu hem de özgürleştirici bir netlikle fark etti ki, o bağı da koparmak zorundaydı.
Hücrenin kirli duvarlarına baktı. Diğer kadınların yüzlerini gördü, ifadeleri umutsuzluktan kabullenmişliğe kadar değişiyordu.
Birkaç saattir dışarıdaydı. Şehrin havası ağır ve kirli geliyordu. Binalarındaki kapıcı ona acıyarak baktı.
Sessiz daireye girdi. Can orada değildi. Elbette değildi. Muhtemelen Katya'ylaydı.
Telefonuna bir mesaj geldi. Bilinmeyen bir numaradan bir fotoğraftı. Can ve Katya, özel bir jette birbirlerine sarılmışlardı. Gülüyorlardı. Başlıkta şöyle yazıyordu: "Beni hafta sonu için Paris'e götürüyor. Gerçek bir sanatçının ilhama ihtiyacı vardır."
Ardından bir mesaj daha geldi. "Sadece pes et, Esra. Zaten kaybettin. Sana bıraktığı boşanma evraklarını imzala ve biraz onurunla çek git."
Esra fotoğraftaki Can'ın yüzüne baktı. Bir zamanlar ona o kadar çok aşkla bakan gözler, şimdi başka bir kadın için soğuk, sahiplenici bir parıltı taşıyordu.
Aşk gitmişti. Hepsi. Yerini soğuk, sert bir kararlılık almıştı.
Sadece çekip gitmeyecekti. İzini bırakacaktı.
Avukatına tek bir e-posta gönderdi, taranmış bir boşanma dilekçesi kopyasını ekleyerek. "Bunu derhal işleme koy."
Bir mesaj daha gönderdi, bu sefer Katya'ya. "Tekinsoy servetini mi istiyorsun? Bu boşanmayı sonuçlandırmama yardım et, o servete bir adım daha yaklaşmış olursun."
Sonra, Londra'ya tek yön bir bilet aldı; orada bir geçmişi, bir arkadaşı vardı. Ortadan kaybolmak için bir yer.
Son durağı, şehrin gözden uzak bir bölümündeki özel bir klinikti.
Doktorun karşısında oturdu, elleri kucağında kavuşmuştu.
"Kürtaj olmak istiyorum," dedi, sesi kararlıydı. "Ve fetüsün saklanmasını istiyorum."