Bana 'sonsuza dek' sözü veren, elimi sımsıkı tutan adam, gizlice 'düşmanı' Ceyda'yı teselli ediyor, onu sahte umutlarla ve çarpık bir merhametle dolduruyordu. Onun o mükemmel bağlılığı, beni hem fiziksel hem de duygusal bir acı çukurunun daha da derinliklerine iten, boğucu bir yalandı.
Sevdiğim adam, hayatımı mahveden o kadınla bana nasıl bu kadar büyük bir ihanet edebilirdi? "Neden?" sorusu beynimde çığlık çığlığa yankılanıyordu; küle dönmüş bir dünyada çaresiz, boş bir yankı.
Dayanılmaz acıdan başka hiçbir şeyim kalmayınca, son kaçışı aradım. Ama bir son yerine, korkunç bir sürprizle karşılaştım: Üç yıl öncesine, bir hastane yatağında uyandım. Bacaklarım mucizevi bir şekilde sapasağlamdı ve o kahredici sonun anıları zihnimde capcanlı yanıyordu.
Bu sefer, trajik kaderimi yeniden yazacak ve bu lanetli döngüden kurtulacaktım.
Bölüm 1
Keskin, kör edici bir ışık.
Gördüğüm ilk şey buydu.
Sonra bir ses. Arda'nın sesi.
"Mina? Mina, beni duyuyor musun? Aman Tanrım, Mina."
Ağlıyor gibiydi.
Gözlerimi daha fazla açmaya çalıştım. Işık bir hastane odasından geliyordu.
Arda'nın yüzü görüş alanıma girdi. Solgundu, gözleri kıpkırmızı ve şişti.
"Uyandın," diye fısıldadı boğuk bir sesle.
Elimi yakaladı, sıkıca, çaresizce tutuyordu.
"Çok üzgünüm Mina. Hepsi benim suçum. Hepsi benim suçum."
Boştaki eliyle kendi kafasına vurmaya başladı.
Sertçe.
"Arda, dur," demeyi başardım. Sesim zayıf ve pürüzlüydü.
"Yapma. Senin suçun değil..."
"Benim suçum!" diye haykırdı, yüzü acıyla kasılmıştı. "Eğer ben... eğer Ceyda..."
Cümlesini bitiremedi. Sadece hıçkırarak ağladı, yüzünü üzerimdeki hastane battaniyesine gömdü.
Titreyen elimi uzatıp saçlarına dokundum.
"Şşşt, Arda. Sorun yok."
Sorun falan yoktu. Hiçbir şey yolunda hissettirmiyordu. Ama o paramparça oluyordu.
Başını kaldırdı, gözleri gözlerimi aradı.
"Seni seviyorum Mina. Çok seviyorum. Sana ben bakacağım. Her zaman."
Sözleri bir merhem gibiydi, ama içime soğuk bir dehşet sızıyordu.
Ne olmuştu?
O sırada içeri bir hemşire daldı, arkasında da Arda'nın asistanı Mert vardı.
Mert telaşlı görünüyordu. "Arda Bey, yönetim kurulu toplantısı... Sizi bekliyorlar."
Arda ona bakmadı bile.
"İptal et. Her şeyi iptal et," dedi, sesi dümdüzdü, gözlerini bir an bile benden ayırmıyordu.
"Ama efendim, Koroğlu anlaşması..."
"Umurumda değil hiçbir anlaşma, Mert! Mina'nın bana ihtiyacı var."
Mert yutkundu ve odadan geri geri çıktı.
Arda sonra hemşireye emirler yağdırmaya başladı, doktoru, uzmanı, herkesi görmek istediğini söylüyordu.
Kısa sürede oda kalabalıklaştı.
Ne kadar çok doktor vardı.
Beni oramdan buramdan dürttüler. Arda başımda bekliyor, milyonlarca soru soruyor, endişesi küçük odayı dolduruyordu.
"Bu kız bir tanedir, anladın mı?" dedi yaşlı doktorlardan biri genç olanına. "Arda Çelik'in sevgilisi. Lise birinci sınıftan beri birlikteler. Onun için dünyaları yakar bu çocuk."
Yanaklarımın kızardığını hissettim.
Sonra doktorlardan biri alt bedenimi örten çarşafı geri çekti.
Toplu bir nefes kesilmesi. Benden değil. Ben hiçbir şey hissetmiyordum.
Ama odaya ölüm sessizliği çöktü.
İyi yüzlü yaşlı doktor aşağıya, sonra hızla bana baktı, ifadesi okunmuyordu.
Arda bakakaldı, yüzü korkunç bir beyaza büründü.
Doğrulup görmeye çalıştım.
"Ne var?" diye sordum, sesim titriyordu. "Sorun ne?"
Kimse cevap vermedi.
Doktor beni nazikçe geri yatırmaya çalıştı. "Mina Hanım, lütfen dinlenin."
Çarşafı kendim çektim.
Ve sonra gördüm.
Daha doğrusu, görmediğim şeyi.
Dizlerimin altında... hiçbir şey yoktu.
Sadece düzgünce bandajlanmış güdükler.
Bacaklarım. Balerin bacaklarım. Gitmişti.
Çarşafı tekrar yukarı çektim, ellerim şiddetle titriyordu.
"Hayır," diye fısıldadım. "Daha fazla değil. Bakmayın."
Görmelerini istemiyordum. Görmek istemiyordum.
Doktorlar özürler mırıldanıp hızla odadan çıktılar, Arda'yla beni yalnız bıraktılar.
O sadece bacaklarımın eskiden olduğu yere bakıyordu, yüzü dehşet ve umutsuzlukla dolu bir maskeydi.
Bandajlara dokundum.
Fantom ağrıları, keskin ve acımasız, artık orada olmayan uzuvlarımdan geçti.
Anı o an beynime bir balyoz gibi indi.
Koşuyordum. Bebek Sahil Yolu'ndaki her zamanki sabah koşum.
Ağaçların arasından süzülen güneş ışığı. Kulağımda müzik.
Mezuniyeti düşünüyordum. Mimar Sinan'ı. İstanbul'da dans etmeyi.
Arda. O her zaman düşüncelerimdeydi. Benim Arda'm.
Biz Boğaziçi Lisesi'nin altın çiftiydik. Yetenekli balerin Mina Akay. Çekici, zengin ve herkesin sevgilisi Arda Çelik.
Herkes mükemmel olduğumuzu söylerdi.
Ama bir gölge vardı.
Ceyda Vural.
Ceyda.
Bizim sınıfımızdaydı. Keskin, yırtıcı bir güzelliği vardı.
Ve Arda'ya takıntılıydı.
Arda ona yüzlerce kez hayır demişti. Önce nazikçe, sonra kararlılıkla.
Beni seviyordu. Sadece beni.
Ceyda'nın umurunda değildi. Onu takip ediyor, durmadan mesaj atıyor, olay çıkarıyordu.
O sabah.
Görüş alanımın kenarında kırmızı bir parıltı.
Ceyda'nın hurda sedanı.
Yüzü, öfkeyle çarpılmıştı.
"Eğer o benim olamazsa, kimsenin olamaz!" diye bağırmıştı geçen hafta Arda'ya, Arda onu okulun yarısının önünde bir kez daha alenen reddedip rezil ettikten sonra.
Araba hızlanıyordu.
Doğruca üzerime geliyordu.
O mide bulandırıcı gümbürtüyü hatırladım. Kavurucu acıyı. Sonra karanlık.
Arda hâlâ donmuş bir halde bacaklarıma bakıyordu.
Ya da olmaları gereken yere.
Bir hemşire sessizce içeri girdi. "Arda Bey? Mina Hanım'ın dinlenmesi gerekiyor."
Arda sonunda kendine geldi. Bana baktı, gözleri o kadar derin bir acıyla doluydu ki, benimkini yansıtıyordu.
"Hemen dışarıda olacağım Mina. Seni bırakmıyorum."
Alnımı öptü, dudakları titriyordu.
Sonra gitti.
Hemşire hayati fonksiyonlarımı kontrol etti, ifadesi anlayışlıydı.
"Nişanlınız çok sadık," dedi usulca.
Nişanlı. Resmi olarak nişanlı değildik ama herkes biliyordu. Sadece an meselesiydi.
O gittikten sonra orada öylece yattım, gerçek üzerime bir çığ gibi düştü.
Bale kariyerim. Bitmişti.
Hayallerim. Paramparça olmuştu.
Hepsi Ceyda yüzünden. Ve Arda.
Hayır, Arda değil. O beni seviyordu.
Ama Ceyda onu seviyordu. Ya da sevdiğini sanıyordu.
O günün ilerleyen saatlerinde Arda'nın annesi geldi. Nazik, kibar Eleanor Hanım. Benimle birlikte ağladı.
Arda geri geldi, gözleri hâlâ kıpkırmızıydı.
Ceyda'nın yakalandığını söyledi. Ailesi mahvolmuştu.
"Onu uzağa gönderiyorlar," dedi Arda, sesi öfkeyle gergindi. "Sapanca'daki o dağ evine. Medeniyetten fersah fersah uzakta. Bir daha kimseyi rahatsız edemeyecek."
O kadar emin, o kadar öfkeli konuşuyordu ki.
Ona inandım.
Bir süreliğine.
Birkaç gün sonra, biraz daha güçlendiğimde, laptopumu istedim.
Arda saatlerce başucumda oturmuş, konuşmuş, elimi tutmuş, bana dünyaları vaat etmişti.
Ama bazen birkaç saatliğine ortadan kayboluyordu. "Aile işleri," diyordu. Ya da, "Ceyda meselesiyle ilgileniyorum."
Buldum. Anonim bir blog.
"DağdakiTutsak_CV."
CV. Ceyda Vural.
Yazılar kısaydı, başlarda kendini acımayla doluydu.
"Sevdiğim tarafından sürgün edildim. Anlamıyor. Gerçek aşkı incindi ve hepsi benim suçum. Sadece beni görmesini istemiştim."
Sonra, ton değişmeye başladı.
"Bugün beni görmeye geldi. Bağırdı. Ama geldi."
"Bana yiyecek getirdi. Açlıktan ölmediğimden emin olması gerektiğini söyledi."
"Ona olanlar yüzünden ne kadar suçlu hissettiğini söyledi. Bu konuda konuşmaya ihtiyacı varmış."
Kanım dondu.
Onu ziyaret ediyordu. Düzenli olarak.