Arda pencerenin önünde duruyordu, sesi yumuşamıştı: "Evet Selin, bu akşam kulağa harika geliyor." Selin Demir, onun gerçek aşkı, Aslıhan'ın ilk hayatının üzerine çöken o kara gölgeydi. Aslıhan'ın göğsündeki tanıdık sızı, yerini tüyler ürpertici, yepyeni bir öfkeye bıraktı.
Yedi sefil yıl boyunca Arda'ya umutsuz, sarsılmaz bir bağlılık göstermişti.
Onun ilgisinden küçücük bir parıltı kapabilmek için soğukluğuna, pervasızca yaşadığı kaçamaklarına, duygusal istismarına katlanmıştı.
Bir kabuğa dönüşmüş, bir karikatür olmuştu. Arda'nın çevresi tarafından alay edilen, ailesi tarafından küçümsenen biri.
Bu derin adaletsizlik, onun kayıtsızlığının kör edici gerçeği, yutulması zor bir haptı. Bir zamanlar kırık olan kalbi, şimdi karşılıksız bir aşkın boş yankısından başka bir şey hissetmiyordu.
Sonra bir davette, Leman Hanım'ın küllerini içeren o acımasız olay yaşandı ve Arda, bir an bile tereddüt etmeden Aslıhan'ı itekledi, suçlamaları yankılanıyordu: "Sen bir yüz karasısın."
Aslıhan'ın başı darbenin etkisiyle dönerken o, Selin'i teselli ediyordu. Bu, bardağı taşıran son damlaydı.
Gözyaşı yoktu, öfke yoktu. Sadece buz gibi bir kararlılık. Arda'nın çatı katı dairesine küçük bir kadife kutu gönderdi. İçinde: nikah yüzüğü ve bir boşanma protokolü.
"Hayatımdan. Sonsuza. Dek. Çık. Git. İstiyorum," dedi, sesi netti. Özgür olmak için yeniden doğmuştu.
Bölüm 1
Yolcu camının kırık parçaları Aslıhan Soykan'ın yanağına battı.
"Lütfen, sadece arabayı al," diye fısıldadı boğuk bir sesle. Elleri titreyerek çantasını karıştırıyordu.
Silahlı adam kaba, çirkin bir sesle güldü. "Peki ya sen, güzel bayan?"
Soğuk ve mutlak bir korku onu ele geçirdi. Parmakları telefonunu buldu, Arda'yı hızlı aramaya aldı.
Hat bağlandı. "Arda, yardım et-"
"Aslıhan, Allah aşkına, toplantıdayım," diye çıkıştı yedi sefil yıldır evli olduğu kocası Arda Karahan. "Bu bekleyemez mi?"
"Hayır, Arda, lütfen, ben-"
Başına inen keskin bir darbe. Telefon elinden kayıp gitti.
Karanlık.
Sonra kör edici bir ışık, yakıcı bir acı ve bir ses. Arda'nın sesi.
"-tamamen işe yaramazsın, Aslıhan. Hiçbir şeyi doğru yapamaz mısın?"
Aslıhan'ın gözleri fal taşı gibi açıldı.
Arabasının karanlık, kanlı iç kısmına değil, boğucu derecede tanıdık olan o gösterişli yatak odalarına.
İpek perdelerden içeri güneş ışığı süzülüyordu. Yıllar öncesiydi. Burası yıllar öncesiydi.
Hayattaydı. Yeniden doğmuştu.
Komodinin üzerindeki takvimde şöyle yazıyordu: 17 Ekim.
Düğünlerinden üç ay sonra. Az önce kaçtığı cehennemin üçüncü ayı.
Midesine, kan ve barutun hayali kokusuyla yoğunlaşan bir bulantı dalgası vurdu.
Ona ikinci bir şans verilmişti.
Arda pencerenin önünde duruyordu, telefon kulağında, sırtı ona dönüktü.
"Evet Selin, bu akşam kulağa harika geliyor," diye mırıldandı. Sesi, Aslıhan'ın hasretini çektiği ama asla duyamadığı bir tonda yumuşamıştı. "Aslıhan'ı ben hallederim. Her zamanki gibi yine drama yapıyor."
Selin Demir. Üniversite aşkı. Gerçekten sevdiği kadın. Geçmiş hayatında tüm evliliklerinin üzerinde bir gölge olan kadın.
Aslıhan göğsünde o eski, tanıdık sızıyı hissetti, ama bu sızı hızla yeni, buz gibi bir öfkeye yenik düştü.
Bu sefer olmazdı.
"Arda," dedi Aslıhan. Sesi şaşırtıcı derecede sabit, bu zaman diliminde kullanılmamaktan dolayı ham ama kararlıydı.
Arda döndü, yakışıklı yüzünde bariz bir bıkkınlık vardı. "Yine ne var, Aslıhan? Telefonda olduğumu görmüyor musun?"
"Konuşmamız gerek," dedi Aslıhan kendini yukarı doğru iterken. Ölümünün anıları, Arda'nın kayıtsızlığı, çok canlı, çok korkunçtu.
"Sonra," diyerek onu başından savdı ve tekrar pencereye döndü.
"Hayır. Şimdi," diye ısrar etti Aslıhan, sesi güçleniyordu. "Boşanmak istiyorum."
Arda kısa, alaycı bir kahkaha attı. Telefonunu kapattı.
"Boşanmak mı? Saçmalama Aslıhan. Bu ne, dikkatimi çekmek için oynadığın küçük oyunlardan biri mi?"
Ona doğru yürüdü, yüzünde aşağılama ve eğlence karışımı bir ifade vardı.
"Buna cüret edemezsin. Leman babaannem kelleni alır. Hem ayrıca," diye fısıldadı zalimce, üzerine eğilerek, "nereye giderdin ki?"
Kibri, körlüğü, her şey aynıydı. Ama Aslıhan artık farklıydı.
"Cüret ederim," dedi, gözlerini kırpmadan onun bakışlarına karşılık vererek. "Bu bir oyun değil, Arda. Bu iş bitti."
Aslıhan bacaklarını yataktan sarkıttı, uzuvlarındaki titremeyi görmezden geldi.
Şifonyerine yürüdü, telefonunu – bu hayattaki telefonunu – çıkardı ve ihtiyacı olan numarayı buldu.
"Evet, Avukat Can Bey ile acil bir görüşme ayarlamam gerekiyor," dedi telefona, sesi net ve profesyoneldi. "Bir boşanma anlaşmasıyla ilgili. Aslıhan Soykan. Evet, şimdi Karahan, maalesef."
Arda onu izliyordu, yüzündeki eğlence kaybolmuş, yerini bir anlık inanamazlığa bırakmıştı.
Aslıhan telefonu kapattı. "Bu öğleden sonra beni görebilirmiş."
Önceki hayatında yedi yıl boyunca Aslıhan, Arda Karahan'ı umutsuz, sarsılmaz bir bağlılıkla sevmişti.
Onun soğukluğuna, bariz kaçamaklarına, duygusal istismarına, bir gün onu göreceği, gerçekten göreceği umuduyla katlanmıştı.
Arda'nın heybetli babaannesi Leman Karahan'ın onu yola getireceğini umduğu o sessiz, sanatçı ruhlu kişiydi.
Leman Hanım, ölüm döşeğindeyken onların evliliğini ayarlamış, Arda'nın aile vakıflarına erişimini bu birliğe bağlamıştı.
Aslıhan, Leman Hanım'ın zayıf elini avucunda tuttuğunu, fısıldadığı sözleri hatırladı: "Sana ihtiyacı var, evladım. Sende onun görmediği bir güç var."
Aslıhan ona inanmıştı. Denemişti. Tanrım, nasıl da denemişti.
Selin Demir adı, Aslıhan'ın ruhuna dağlanmış bir markaydı.
Selin en başından beri oradaydı, sürekli gülümseyen bir engerek yılanı gibi.
Arda, Selin'e olan tutkusunu hiç saklamamış, Aslıhan'ın ev sahipliği yapması beklenen etkinliklerde onu sergilemiş, fısıltıları ve acıyan bakışları yönetmeyi Aslıhan'a bırakmıştı.
Geçmiş hayatında Aslıhan, Arda'nın zamanı için pazarlık yapmaya çalışmış, yıldönümlerinde, doğum gününde Selin'i görmemesi için ona yalvarmıştı.
Ondan aldığı her taviz bir zafer gibi gelmiş, her tutulmayan söz yeni bir yara açmıştı.
Bağrışmaları, gözü yaşlı suçlamaları, Arda'nın onu dengesiz, talepkar olarak gösteren anlatısını pekiştiren halka açık sinir krizlerini hatırladı.
Arda hala Selin'i seviyordu.
Aslıhan bunu, Arda'nın gözlerinin bir odada Selin'i takip edişinden, adını söylerken sesinin yumuşamasından, hatta şimdi, bu yeniden doğduğu anda bile görüyordu.
Ayarlanmış evlilik, ikisi için de bir kafes, Leman Karahan'ın son arzusuydu.
Saygın bir hayırsever olan Leman Hanım, Aslıhan'ın sakin doğasını ve sanatsal yeteneklerini Arda'nın değişken mizacına karşı gerekli bir denge unsuru olarak görmüştü.
Ancak Arda, Aslıhan'ı sadece bir engel, bir gardiyan olarak görüyordu.
Babaannesini ya da Aslıhan'ı, ondan çalındığını hissettiği hayat için asla affetmemişti.
Önceki hayatında, Arda'nın ilgisinden herhangi bir kırıntı için çaresiz kalan Aslıhan, bir karikatüre dönüşmüştü.
Nadiren katıldığı lüks partiler düzenlemiş, nefret ettiği ama Arda'nın beğeneceğini düşündüğü kıyafetler almış, hatta onun küçümseyen sosyal çevresiyle arkadaş olmaya çalışmıştı.
Gerçek tutkusu olan sanatı solup gitmişti.
Tepkisel hale gelmişti, duyguları Arda'nın ruh halleriyle sallanan bir sarkaç gibiydi.
Eğer Arda soğuksa, o perişan olurdu. Eğer bir anlık nezaket gösterirse – genellikle bir şey istediğinde – aç bir kadının bir kırıntıya sarılması gibi ona sarılırdı.
Selin'le olan kavgaları efsaneviydi, her zaman Selin'in ince laf sokmaları ve Arda'nın "gerçek aşkını" anında savunmasıyla başlardı. Aslıhan her zaman huysuz kadın gibi görünürdü.
Derin, tüyler ürpertici bir berraklık Aslıhan'ın üzerine çöktü.
Arda'ya duyduğu o aşk, o her şeyi tüketen, kendini yok eden aşk ölmüştü.
O arabada, onun kayıtsızlığını dinlerken onunla birlikte ölmüştü.
Geriye kalan boş bir yankı, bir yara izi hafızasıydı.
Bu ikinci şansı, onu sevemeyecek, özünde ölmesine izin vermiş bir adam için yanıp tutuşarak harcamayacaktı.
"Bu hiçbir zaman aşk değildi, değil mi?" diye mırıldandı, daha çok kendineydi bu sözler. Arda ise şimdi ona tuhaf, okunaksız bir ifadeyle bakıyordu. "Bu bir takıntıydı. Ve ben bir aptaldım."
Kapı zili çaldı.
Arda hareket etmedi. Hala onun sözlerini, sakinliğini sindirmeye çalışıyordu.
Aslıhan başı dik bir şekilde onun yanından geçti.
Kapıda jilet gibi bir takım elbise içinde, seçkin görünümlü bir adam duruyordu. "Aslıhan Hanım? Ben Avukat Can."
"Can Bey, lütfen içeri buyurun," dedi Aslıhan kenara çekilerek.
Onu resmi oturma odasına götürdü, Arda'nın ağır bir yük gibi peşinden geldiğinin farkındaydı.
Can Bey, belgeleri cilalı maun masanın üzerine serdi. "Standart ayrılık protokolü. Mal paylaşımı, gizlilik maddeleri…"
Aslıhan kalemi eline aldı. Eli sabitti.
Arda sonunda konuştu, sesinde inanamazlık ve yeni başlayan, alışılmadık bir öfke vardı.
"Gerçekten bunu yapıyor musun?"
Kağıtlardan birini kaptı, gözleri öfkeyle tarıyordu.
"Öylece çekip gidebileceğini mi sanıyorsun?" diye alay etti, ama sesinde her zamanki kesinlik yoktu.
Kalemin vahşi bir darbesiyle adını imzaladı.
"İyi. Git. Ama ne kadar büyük bir hata yaptığını anladığında ağlayarak bana geri dönme, Aslıhan. Buna pişman olacaksın."
Aşağılayıcı tonu, tanıdık başından savması – hepsi ondan sekti.
Aslıhan sadece gülümsedi, gözlerine tam olarak ulaşmayan küçük, samimi bir gülümsemeydi bu.
"Ah, Arda," dedi yumuşakça. "Pişman olduğum tek şey, bunu yedi yıl önce yapmamış olmak."
Zihninde çoktan eşyalarını topluyordu. Sadece kıyafetlerini değil, tüm hayatını.
Gidecekti. Ortadan kaybolacaktı.
Onu bulamayacaktı. Bu sefer özgür olacaktı.
Adını imzaladı, Aslıhan Soykan, kaybettiği kimliğini geri alarak.