Hamile karnımdaki ultrason jeli tenimi buz gibi kesti. Nişanlım Mert ve babam Cemil, yani tüm dünyam, sözde çok önemli bir yatırımcı toplantısındaydı. Ama sonra, isimsiz bir e-posta geldi. Canlı yayın titreyerek açıldı ve babam Cemil'in metresine evlenme teklif ederken yüzündeki o sırıtışı ortaya çıkardı. Kamera, yanında sırıtan Mert'e döndüğünde kanım dondu. Ceyda Yalçın'ın eli, belirgin bir şekilde hamile olan karnının üzerindeydi ve nişanlandıklarını duyuruyorlardı. Sözleri kulaklarımda çınladı: Benim söz törenim bir aldatmacaydı, çocuğum gayrimeşruydu ve Yalçın kadınları aracılığıyla Sancaktar imparatorluğunu güvence altına almak için kurdukları bu karmaşık planın sadece bir piyonuydu. Sevdiğim adam, beni yıllardır aptal yerine koyuyordu. Arkadaşlarından gelen bir ses kaydı bunu doğruladı: Ben sadece "saf bir mirasyediydim", gerçek bir yüzük bile olmadan hamile bırakılmıştım, o ise gizlice Ceyda'nın peşindeydi. İhanet, bedenime inen bir darbe gibiydi. Annemin ölüm yıldönümünde, ailemizin malikanesinde düzenlenen davette Ceyda, annemin özel tasarım Vakko elbisesini giyiyordu. Onunla yüzleştiğimde, beni suçlu göstermek için kendini yere atarak bir sahne yarattı. Mert, benim Mert'im, Ceyda beni geriye doğru iterken soğuk bir şekilde izledi ve başım mermer trabzana çarptı. Nefesim kesildi, elbisemin üzerinde kan lekesi büyüyordu. Hem babam hem de nişanlım beni görmezden geldi, kanlar içinde bırakıp gittiler ve hayatımın temelleri paramparça oldu. Kredi kartlarım reddedildi. Ailem tarafından terk edilmiş, toplum tarafından "yuva yıkan kadın" olarak damgalanmış ve sokakta fiziksel saldırıya uğramış bir halde çaresizlik içindeydim. Neden ben? Bu korkunç yalan beni ne kadar zamandır esir almıştı? Ama tam bir sandalye üzerime inmek üzereyken, güçlü bir el araya girdi. Münzevi teknoloji devi Aras Çelik öne çıktı. "Kim Bay Çelik'in çocuğuna piç demeye cüret eder?" diye gürledi ve beni kollarına aldı. Benim çocuğum, onun varisiydi. Dünyam altüst olmuştu ve yeni, güçlü bir oyun daha yeni başlıyordu.
