Üzerindeki adam bir an duraksadı, ama tek kelime etmedi. Aksine, hareketleri daha da sertleşti.
Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu. Tamamen yorgun düşüp bilincini yitirdi.
Ertesi sabah uyandığında süit bomboş, yaprak kımıldamıyordu. Dağınık yatak ve vücudundaki sızı açıkça söylüyordu: Bu bir kâbus değildi. Gerçekten olmuştu.
Her şey ince ince planlanmıştı. Sıradan bir iş toplantısı olması gereken şey, kurulan bir pusuya dönmüştü. İçki üstüne içki dayadılar; ayakta zor durana dek içirdiler, sonra da o odaya sürüklenip istismar edilmesi için gönderildi.
Gece tuzağa düştüğünü kavradığında, yarı bilinçli halde iş seyahatinden yeni dönen kocası Kenan Koç'u düşündü. Defalarca mesaj attı, durmadan aradı. Sonunda açtığında, sesi buz gibiydi, uzak. "Meşgulüm. Polisi ara."
Hâlâ, o sözler kulaklarında çınlıyordu.
Birkaç kelimeyle, paylaştıkları tüm sevgiyi ve elde avuçta kalan gururunu yerle yeksan etmişti.
Yüreğindeki sızı buz keserken dudaklarından acı bir kahkaha döküldü. Battaniyeyi usulca kenara itip yataktan doğruldu.
Tam o sırada, bir kartvizit çarşaflardan kayıp yere düştü.
Olduğu yerde çakılı kaldı. Kartı yavaşça aldı ve logoyu görür görmez kanı dondu.
Koç Holding'den bir karttı.
Oda loştu; adamın yüzünü hiç görmemişti. Ama aklının ucundan bile geçmemişti: Geçen geceki adam Kenan'ın şirketiyle bağlantılı olabilirdi.
Kenan'ın bu işte parmağı olabilir miydi?
...
Ezgi eve döndüğünde, çok iyi bildiği bir çift ayakkabı gördü—Kenan geri dönmüştü. Bir an duraksadı, derin bir nefes alıp yukarı çıktı.
Kenan banyodan çıktı; üzerinde tertemiz bir bornoz vardı. Sade bir bornozla bile doğal özgüveni ve keskin hatları göze çarpıyordu. Saçları nemliydi; yüzündeki çizgiler keskin, bakışı her zamanki gibi soğuk ve mesafeliydi.
Bakışlarını Ezgi'ye çevirdi; kaşlarının arasında ince bir çizgi belirdi. Gözlerindeki ifade soğuk ve uzaktı, belki de küçümseme taşıyordu. "Ne var?" diye kupkuru sordu.
Ezgi sadece ona baktı.
Asla bir araya gelmemeliydiler. Dünyaları öteden beri ayrı kutuplardı. Üç yıl önce, Kenan'ın babası ölüm döşeğindeyken kemik iliği bağışlayıp hayatını kurtarmıştı. Karşılığında ona bir dilek hakkı tanıyacağına söz vermişti.
O hakkını Kenan'la evlenmek için kullandı.
O vakitler gençti, aklı bir karış havadaydı. Onunla evliliği yürütebileceğini sandı—duygusal olarak kapalı bir adamın zamanla açılacağını umdu.
Ama Kenan'a göre Ezgi sadece bir fırsatçıydı.
Ondan nefret ediyordu. Üç yıl boyunca ondan hizmet bekledi, ilgi bekledi; ama onu hiç gerçek bir eş olarak görmedi.
Ezgi de gık demeden hepsine katlandı.
Ailesi dağıldıktan sonra Kenan'a tutunması, başını sokacak bir çatı meselesi değil—yürek meselesiydi. Onun sevgisini kazanmak için yanıp tutuşuyordu. Bu yüzden, o ne kadar soğuk davranırsa davransın, kendini avutmanın yollarını bulmaya devam etti.
Ama geçen geceden sonra elinde avucunda verecek bir şey kalmamıştı.
Kenan'ın olup bitende payı var mıydı, hâlâ bilmiyordu. Ama içgüdüsü bunun bir şekilde ailesiyle ilintili olduğunu fısıldıyordu. Eve Kenan'la yüzleşmeye hazır girmişti; fakat burada durup ona bakınca, aslında sonucunu baştan biliyordu. Bunun sonu, gururunun tuzla buz olmasıydı.
Konuşmak zordu; yaşadıklarından sesi kısılmıştı. "Kenan..."
Ama o, yüzüne bile bakmadı. Dolaba yürüdü; Ezgi'nin hazırladığı gömlekle kravata uzandı, sanki bu da sıradan bir sabahmış gibi.
Sırtı dönük, sesi soğuk ve umursamazdı. "Öyle boş boş dikilme. Kahvaltıyı hazırla. Yarım saat içinde çıkıyorum."
Ezgi hareket etmedi. Kıpırdamadı; sesi kısık ama kararlıydı. "Kenan, boşanalım."