"Beyza düğünümüzü duymuş; şimdi de kendini binadan atmakla tehdit ediyor. Onun depresyonda olduğunu biliyorsun, değil mi? Onu kurtarmalıyım," diye telaşla çıkıştı Doruk ve Erva'yı kenara itti.
Bu itiş Erva'nın bileğini burktu, o sendeleyip düşerken Doruk onu çekmeye çalışıp beceriksizce elini uzattı.
"Bugün bizim düğün günümüz! Gidersen ben ne yaparım? Beyza sana zamanında ihanet etti. Bunca acıyı yaşattı—şimdi onu görmeye neden koşuyorsun?
Doruk'un bakışları iyice buz kesti. "Beyza ile aramdakiler hakkında hüküm verecek konumda değilsin. Ne hata yaptıysa yaptı; sen asla onun kadar önemli değilsin."
Erva'nın yüreği sızladı. Doruk'un Beyza'yı asla unutmadığını o an anladı. Kendisi için ne yaparsa yapsın, Beyza kadar asla kıymetli olmayacaktı.
"Ben bu muameleyi hak edecek ne yaptım? Niye bana böyle davranıyorsun? Ne olur, düğün bitene kadar bekle. Yüzükleri takmaya ramak kaldı. Sonrasında gidebilirsin."
Doruk elini silkercesine çekip tiksintiyle, "Düğün senin için bir insanın yaşamından daha mı önemli?" Ne kadar taş kalplisin. "Düğünü yeniden planlarız," dedi.
Solgun yüzüne dönüp bakmadan süslü mihraptan uzaklaştı; toplanmış konukların donup kalan bakışlarına aldırmadı.
Damat çekip gidince salon bir anda karıştı.
"Hayır, ne olur beni bırakma, Doruk! Gidersen ben ne yaparım?" Erva, yere çökmüş acınacak bir halde hıçkıra hıçkıra ağladı. Titriyordu; gözyaşları özenle yapılmış makyajını akıttı.
Üç yıldır sevdiği adam, onun onurunu hiçe sayıp bu en mutlu gününde gözünü kırpmadan başka bir kadını seçmişti. Doruk, Beyza'nın sıkıntısına odaklanmış; onu mihrapta yapayalnız, küçük düşmüş halde bırakmasına aldırmıyor gibiydi.
Etrafında sayısız bakış vardı; kimi alaycı, kimi acıyan, kimi de neredeyse sevinen. Erva böylesi bir eziyeti hiç yaşamamıştı!
Babası Alperen Cevheri yanına geldi. Ondan teselli bekledi ama bunun yerine sert bir azar işitti, "Bir adamı bile tutamıyorsun, bu gerçekten üzücü!" Azarlamasını bitirir bitirmez karısı Sena Cevher'yle birlikte arkasına bakmadan çekip gitti.
Kız kardeşi Evren, kalabalığın arasından sinsi bir sırıtışla çıktı. "Bu tam bir rezalet, Erva. Damadın kaçtı; şimdi dillerde dolaşıyorsun. Senin yerine ben utanıyorum. Anne babamızın ne hissedeceğini bir düşün." Bunu deyip arkasını döndü ve uzaklaştı.
Birer birer herkes çekildi; ailesi de onu tamamen yalnız bırakarak. Önce Doruk'un ailesi önce suçluluk duydu; fakat Erva'nın ailesinin tavrını görünce bu duygu uçup gitti.
"Kendi anne babası bile ona sahip çıkmadı. Demek ki işin tüm suçu Doruk'ta değilmiş."
"Evet, iyi bir eş olsaydı nişanlısı niye bıraksın?"
"Yoksa onu aldattı mı? Bir damadı böyle terk ettirecek başka ne olur ki?"
Etraftaki fısıltılar giderek yükseldi, diller iyice acılaştı.
Derken yakından telaşlı sesler yükseldi.
Başını çevirince Erva, tekerlekli sandalyede tek başına oturan bir adam gördü. Nikâh memuru şaşkınlıkla, "Gelin nerede?" diye sordu.
Gözyaşlarını silip yanından geçen bir görevliyi durdurdu: "O adam damat adaylarından biri, değil mi? Gelin nerede?"
Görevli bakıp yanıtladı: "Gelin gelmedi. Kocasının engeliyle baş edemediği içinmiş, öyle duydum."
"Onca zamandır burada mı bekliyor?"
Görevli başıyla onayladı.
Tekerlekli sandalyedeki damat Erva'ya dönüktü; aralarında mesafe vardı. Yüz ifadesini seçemese de terk edilmişliğin acısını anladı.
İkisinin de aynı kaderi paylaşan talihsiz ruhlar olduğunu düşündü.
Kısacık bir tereddüdün ardından Erva'nın gözlerinde kararlı bir ifade belirdi.
Üç yıldır Doruk'u seviyordu, o ise onu yüzüstü bırakmıştı. Ona niye hâlâ sadakat göstersin ki? Onunla olmak zorunda olmadığını idrak etti.
Birden ayağa kalkınca fısıldaşıp alay eden konuklar sus pus oldu. Tüm gözler bir anda ona çevrildi; gelinliğinin eteğini toparlayıp tekerlekli sandalyedeki adama kendinden emin adımlarla yürüdü.
Beyazlar içindeki gelinin yaklaşması, adamın tarafındaki konukları da afallattı.
Elbisesinin hışırtısını işitince tekerlekli sandalyedeki adam yavaşça döndü.
Erva durup karşısındaki yakışıklı adama baktı, gözleri şaşkınlıkla parladı. Sonra elini uzatıp, "Merhaba, bir gelin aradığınızı duydum. Benim damadım az önce beni terk etti. Ne dersiniz, benimle evlenir misiniz?"