Herkesi geride bırakarak Ceyda'ya kur yapmasını, gözlerinin sadece ona bakmasını izledim.
Günler sonra, hayatımı tehlikeye atan bir araba kazasının ardından onu hastaneden aradım.
Beni yine Ceyda aracılığıyla umursamadı.
En yakın arkadaşım için kabul ettiğim resmi vekalet nikahında, Ceyda bana fiziksel bir saldırı düzenletti.
Ve Emre, yine de eski sevgilisini kurtarmayı seçip beni arkasında bıraktı.
"Rahat. Güvenli."
Her bir kelime, yüzüme inen ağır bir darbe gibiydi.
Sevdiğim adam beni nasıl bu kadar önemsiz görebilirdi?
İhanetin acısı iliklerime kadar işlemişti.
Benim kaderim bu muydu?
Arkadaşımın yalvarışı kulaklarımda çınladı: "Benim yerime o gizemli milyarderle evlen."
Bu delilikti.
Ama kaybedecek neyim kalmıştı ki?
Bir daha asla "rahat" ya da "güvenli" olmayacaktım.
Kendi kaçışımı kendim seçecektim.
Kendi savaşımı verecektim.
Bölüm 1
Selin Aydın ve Emre Dağhan'ın devasa yatağındaki birkaç santimlik mesafe, aralarındaki uçurumdan çok daha dardı.
Sırtı yine Selin'e dönüktü.
Selin, omuzlarının iniş kalkışını, nefes alıp verişinin ritmini izledi. İzmir'in karanlık gecesinde bu ses, tanıdık ve yalnız bir melodi gibiydi.
İçinden sessiz bir ah koptu, klimanın uğultusu neredeyse bu sesi yutacaktı.
Elini uzattı, parmakları Emre'nin teninin hemen üzerinde tereddütle duraksadı.
Sonra elini geri çekti.
Ne anlamı vardı ki?
Son zamanlarda aralarındaki yakınlık, yapılacaklar listesindeki bir madde gibiydi. Emre'nin ruhsuz bir verimlilikle başlattığı ve Selin'i bomboş hissettiren bir görev.
Bu gece denememişti bile. Alnına kardeşçe bir öpücük kondurup arkasını dönmüştü.
Selin gözlerini kapattı, göğsüne tanıdık bir sızı yayıldı.
O, şefkatli, sadık, yerel bir pazarlama firmasında sabit işi olan bir grafik tasarımcıydı. Yıllardır Emre'nin sarsılmaz kalesi olmuştu, özellikle de mimarlık kariyeri sadece zorlu bir hayalken.
Şimdi Emre başarılıydı.
Ve her zamankinden daha uzaktı.
Uyuya kalmış olmalıydı çünkü bir sonraki an, huzursuz uykusundan onu uyandıran alçak sesli bir mırıltı oldu.
Emre artık yanında değildi.
Panjurlardan ince, gri bir gün ışığı sızıyordu.
Selin hareketsizce uzanıp dinledi.
Emre'nin normalde sıcak ve ilgi çekici olan sesi, şimdi fısıltılı ve acil çıkıyordu.
Salondaydı. Bir arama yapıyordu.
Selin yataktan sessizce kaydı, ayakları serin ahşap zeminde hiç ses çıkarmadı. Mide bulantısıyla düğümlenen bu anın yanında, işinin sıkıcı rutini milyonlarca kilometre uzakta gibiydi.
Gölgede saklanarak kapı aralığına kadar süzüldü.
Emre, telefon kulağına yapışık bir halde volta atıyordu. Görüntülü bir arama gibiydi. Muhtemelen diğer uçta en yakın arkadaşı ve iş ortağı Levent Yılmaz vardı.
"Onu aklımdan çıkaramıyorum, dostum," diyordu Emre, sesi gergindi. "Ceyda. Geri döndü. Birkaç gün önce mesaj attı."
Selin'in nefesi kesildi.
Ceyda Hazer.
Emre'nin üniversiteden eski sevgilisi. Onu paramparça eden hırslı, manipülatif sosyal medya fenomeni.
"O... bambaşka bir şey, Levent. O ateş, o kıvılcım. Selin harika, biliyorsun değil mi? Rahat. Güvenli. Ama tutku... o yok işte. Ceyda'daki gibi değil."
Rahat. Güvenli.
Kelimeler Selin'e fiziksel bir darbe gibi indi.
Her biri, hayal ettiği geleceğin tabutuna çakılan birer çiviydi.
"Ceyda zor durumda," diye devam etti Emre, tek kişilik izleyicisinden habersiz. "Bir marka anlaşması falan ters gitmiş. Şu 'ünlüyle deneyim' müzayedelerinden birini yapıyor. Takipçileri için onunla bir gün. Para toplamak için."
Duraksadı, zaten dağınık olan saçlarını karıştırdı. "Ona yardım etmeyi düşünüyorum. Biliyorsun, önemli bir teklif yaparım. Büyük kazanmasını sağlarım."
Ona yardım etmek.
Selin'in midesi bulandı.
Yıkım, soğuk ve eksiksiz bir şekilde üzerine çöktü.
Bacakları aniden zayıflayarak kapı pervazına yaslandı.
Anılar zihnine hücum etti, keskin ve acı verici.
Yıllar önce Emre, solgun yüzü, hayalet gibi bakan gözleri. İlk mimarlık firması iflasın eşiğindeydi.
O zamanlar Ceyda, bir başarısızlıkla geleceği olmadığını görmüştü. Daha zengin bir sporcu için onu terk etmeden önce zalimce ve küçümseyerek gülmüştü.
Selin, hayalleri etrafında yıkılırken titreyen Emre'ye sarıldığını hatırladı.
Parçaları toplayan oydu.
Ona inanmış, onu cesaretlendirmiş, her küçük zaferini kutlamıştı. Kendi hırslarını askıya almış, kendi hayatı Emre'nin toparlanması ve sonunda zorlukla kazandığı başarısı etrafında dönmüştü.
Başarısının onları daha da yakınlaştıracağını, zor zamanlarda inşa ettiklerini sağlamlaştıracağını düşünmüştü.
Boş bir umut.
Hepsi bir yalandı.
Emre hala onu neredeyse yok eden kadına takıntılıydı.
Peki ya Selin? O sadece... rahattı.
Kendi kalp atışlarının sesi kulaklarında uğulduyordu.
Tam geri çekilip, yatak odasına sığınacak ve hiçbir şey duymamış gibi yapacakken, komodinin üzerindeki telefonu vızıldadı.
Görmezden geldi.
Tekrar vızıldadı.
İsteksizce arayan kimliğine baktı.
Ceren Dağhan. Emre'nin küçük kız kardeşi. En yakın arkadaşı.
Selin cevaplamak için kaydırdı, sesi fısıltıdan farksızdı.
"Efendim."
"Selin! Aman Tanrım, iyi misin? Sesin berbat geliyor." Ceren'in sesi telaşlıydı, Selin'in hissizliğiyle tam bir tezat oluşturuyordu.
"Sadece... yorgunum," diye mırıldandı Selin.
"Dinle, seni görmem lazım. Hemen. Acil bir durum. Hem de çok büyük."
Selin cevap veremeden Ceren çoktan konuşmaya başlamıştı, kelimeler ağzından bir çırpıda dökülüyordu.
"Hasan Bey ile ilgili. Biliyorsun, Mert Arslanoğlu'nun dedesinin eski dostu? Babamın işi battığında ailemize yardım eden kişi?"
Selin, Ceren onu göremese de başını salladı. Hikayeyi biliyordu. Yaşlı hayırsever Hasan Bey.
"O... ölüyor, Selin. Ve bir isteği var. Çılgınca, eski moda bir istek."
Ceren'in sesi titredi. "Beni evli görmek istiyor. Mert Arslanoğlu ile. Bu eski bir aile anlaşması gibi bir şey, geleceğimi güvence altına almak, birlikte destekledikleri bir hayır vakfını sağlamlaştırmakla ilgili. Bana bayılır, her zaman bayılmıştır."
Mert Arslanoğlu. Seattle'dan o gizemli teknoloji milyarderi. Bir dahi diyorlardı. Trajik bir kaza yüzünden hayata küsmüş, yüzü yaralı, mahremiyetini tercih eden biri.
"Ama Selin," diye hıçkırdı Ceren, "yapamam. Ben Ali'ye aşığım. Üniversiteden Ali'me. Müzisyen olan? Kaçmayı planlıyoruz. Zorundayız. Mert'le evlenemem. Yapamam!"
Selin dinledi, kendi kalp kırıklığı bir anlığına arkadaşının çaresizliğiyle gölgede kaldı.
"Ceren, yavaşla..."
"Hayır, dinle!" Ceren'in sesi gözyaşlarıyla boğuklaşmıştı. "Hasan Bey'in durumu gittikçe kötüleşiyor. Ve annem... Hasan Bey'in son arzusuna karşı gelirsem annem beni asla affetmez. Statüye ne kadar önem verdiğini biliyorsun. Zaten Ali'nin bana layık olmadığını düşünüyor."
Bir duraksama daha, sonra Ceren'in sesi alçaldı, çaresiz bir yalvarışla doluydu.
"Selin... Emre'nin... nasıl biri olduğunu biliyorsun. Neler yaşadığını da. Görüyorum. Ve... aklıma çılgınca bir fikir geldi."
Selin bekledi, soğuk bir önsezi üzerine çöktü.
"Ya... ya benim yerime sen geçsen?" diye fısıldadı Ceren. "Mert Arslanoğlu ile evlen. Lütfen, Selin. Düşün bir. Vasiyeti yerine getirmek için bir eşe ihtiyacı var. Senin de... bir çıkış yoluna ihtiyacın var. İkimizden biri mutluluğu hak ediyor."
Selin boş boş duvara baktı, Emre'nin lanetleyici sözleri hala kulaklarında çınlıyordu.
Rahat. Güvenli.
Ceren, hiç tanımadığı, yüzü yaralı, gizemli bir milyarderle evlenmeyi düşünmesi için ona yalvarıyordu.
Ceren'i kurtarmak için.
Ve belki, sadece belki, kendini kurtarmak için.