Haftalar sonra, yeni doğan oğlumuz Can, Oya'nın o şaibeli "kocakarı ilacının" hastane tedavisine tercih edilmesi yüzünden önlenebilir basit bir hastalıktan öldü. Ben daha acımın en taze anlarını yaşarken, Kenan onlara bir çocuk doğurmamı istedi. "Suçlarım" için zalimce bir "kefaret"ti bu. Reddedersen benden geriye kalan o küçücük şeyi de yok etmekle tehdit etti.
Konağın unutulmuş bir kanadına hapsedilmiş, fiziksel ve zihinsel olarak bir kuluçka makinesine indirgenmiştim. Oya zafer kazanmış bir edayla sırıtarak tüyler ürperten gerçeği açıkladığında, tarif edilemez bir adaletsizliğin pençesinde, umutsuzlukla içimde titreyen öfke kıvılcımı arasında gidip geliyordum: Kenan'ı geri kazanmak ve kendi çıkarı için hayatımı mahvetmek amacıyla Ceren'in "kaza"sını kendisi tezgahlamıştı.
Bedenim boş bir kabuğa dönüştü, zihnim onların ulaşamayacağı bir yere çekildi. Ama Oya'nın itiraf ettiği o şok edici gerçek, farkında olmadan bir tanık tarafından duyulmuştu. Bu durum, onun canavar kalbini ortaya çıkaracak ve Karahanlı ailesinin karanlık sırları için ateşli ve son bir hesaplaşmayı başlatacak ölümcül bir olaylar zincirini tetikleyecekti.
Bölüm 1
Önce çığlıklar başladı.
Sessiz öğleden sonrayı bıçak gibi kesen tiz, ince bir ses. Karahanlı ailesinin göl evindeydik.
Verandadaydım, karnımda Can'la birlikte, hasır sandalyede rahat bir pozisyon bulmaya çalışıyordum.
Kocam Kenan, iskeledeydi, güya gevşek bir tahtayı tamir ediyordu. Eski sevgilisi Oya ise kızı Ceren'le içerideydi.
Sonra Oya evden fırladı, yüzünde dehşet dolu bir ifade vardı.
"Ceren! Ceren yok!"
Kenan çekicini düşürdü. Ona doğru koştu.
Kendimi zorla ayağa kaldırdım, karnım gerilmişti, ani ve buz gibi bir korku içimi sardı.
Aramaya başladık. Evin arkasındaki ormanı, yola çıkan otlarla kaplı patikayı.
Onu Kenan buldu.
Gölün uzak ucundaki eski, yarı çürümüş iskelenin yanında süzülüyordu.
Oya'nın feryadı hayvani bir sesti.
Kenan'a tırnaklarını geçirdi, sonra bana döndü.
Suyun kenarında duruyordum, elim karnımda, Ceren'in küçük, hareketsiz bedenini sudan çıkarmalarını izliyordum.
Oya'nın vahşi ve kan çanağına dönmüş gözleri bana kilitlendi.
"Sen!" diye bağırdı, sesi çatlayarak.
"Bunu sen yaptın!"
Geri çekildim. "Ne? Hayır, Oya, ben verandadaydım."
"Kıskandı!" diye çığlık attı Oya, titreyen parmağıyla beni işaret ederek. "Ceren'i Kenan'ın ilgisi için bir rakip olarak gördü! Onun boğulmasına izin verdi!"
Kenan, Oya'nın çarpılmış yüzünden benimkine baktı.
Bana bakarken her zaman yumuşak olan ifadesi birden beton gibi sertleşti.
"Selin?" dedi, sesi alçak ve tehlikeliydi.
"Kenan, hayır. Yapmazdım. Yapamazdım," diye yalvardım.
Oya çığlık atmaya devam etti, bir suçlama seliyle beni bir canavar gibi resmediyordu.
Kenan, kollarındaki gevşek Ceren'e baktı. Sonra bana baktı.
Gözleri buz gibiydi. Ona inanmıştı.
Bana doğru bir adım attı.
"Onu senin de izlemen gerekiyordu," dedi, sesi bir zamanlar bildiğim tüm sıcaklıktan yoksundu, dümdüzdü.
"Oya'yla sanıyordum," diye fısıldadım, dünyam başıma yıkılırken.
Oya üzerime atladı. Kenan onu durdurmadı.
Tırnakları kolumu çizdi. "Katil!"
Kenan onu geri çekti ama Oya'ya dokunuşu neredeyse nazikti.
Bana bir yabancının yüzüyle baktı.
"Eve gir, Selin."
Bu bir rica değildi. Bir emirdi.
Paylaştığımızı sandığım aşk, onunla ve Can'la hayal ettiğim gelecek, taş zemine düşen bir cam gibi tuzla buz oldu.
Onun sözünü benimkine tercih etmişti. Her şeye.
Yerel polis geldi. Oya histerik, gözyaşları içinde ifadesini verdi.
Dikkatsiz, ihmalkâr, hatta belki de kötü niyetli olduğumu ima etti.
Kenan onun yanında durdu, kolu titreyen omuzlarındaydı.
Bana bir kez bile bakmadı.
Beni sorguladılar. Onlara gerçeği söyledim. Verandadaydım. Ceren'in annesiyle güvende olduğunu sanıyordum.
Ama Oya'nın yası güçlü bir performanstı.
Benim sessiz, şok içindeki inkârlarım, onun dramatik çaresizliğinin yanında zayıf kalıyordu.
Karahanlı ailesinin adının ağırlığı havada asılıydı. Memurlar Kenan'a karşı saygılıydı.
Kimse suçlanmadı, resmi olarak. Ama suçlama, boğucu bir kefen gibi üzerime yapıştı.
Ceren'in ölümü bir kazaydı, korkunç, trajik bir kaza.
Ama Kenan'ın ve Oya'nın gözünde, ben çoktan mahkûm edilmiştim.