Cansu ve Davut, tepemdeki bir platformda duruyor, tüm dünyaya canlı yayın yapıyorlardı. Aşağıda, devasa, terk edilmiş bir depoda etrafımı saran, kaburgaları derilerinden fırlamış bir düzine açlıktan ölmek üzere olan pitbull vardı.
"Bu adalet, Kaan," dedi, sesi tüm sıcaklığından arınmıştı. "Davut'a yaptıkların için."
Canlı sohbetteki insanlar bana psikopat derken, o dünyaya buradaki asıl hayvanın ben olduğumu söylüyordu. Davut'un melek gibi bir kalbi olduğunu söyledi ve dünyanın bana sırt çevirmesini izledi. Sevdiğim karım, küresel bir izleyici kitlesine cinayetimi meşrulaştırıyordu.
Sonra bana bir seçenek sundu: dizlerimin üzerine çöküp, canlı yayında Davut'tan af dilememi.
"Bunu yap," dedi, "belki o zaman onları durdururum."
Onun buz gibi gözlerinden Davut'un sadist sırıtışına, sonra da aç köpeklere baktım. Korkumu delip geçen bir isyan dalgası içimi kapladı.
"Yanlış cevap," diye tısladı. "Davut, kapıları aç."
Bölüm 1
Video her yerdeydi. Bir adam, karımın asistanı Davut Muslu, bir sokak kedisini ensesinden yakalamıştı. Kedi tıslıyor, tükürüyor, pençeleri havayı tırmalıyordu. Davut ise o kaypak, boş gülümsemesiyle sırıtıyor ve kediyi daha sıkı tutuyordu.
Onu durduran bendim. Ofisimden çıkmış, eve gidiyordum ki onu binamızın arkasındaki ara sokakta gördüm. Düşünmedim, sadece harekete geçtim. Kolunu yakaladım, kediyi bırakmaya zorladım ve ondan cehennem olup gitmesini söyledim.
Biri her şeyi kaydetmişti. Bahadır Reis, belli belirsiz tanıdığım bir adam, sonradan bana Davut'la kendi bir geçmişi olduğunu anlattı. Videoyu internete yüklemişti.
Saatler içinde bir kahramandım. "Teknoloji CEO'su Kaan Arslan Çaresiz Hayvanı Kurtardı." Yüzüm her haber sitesindeydi. Davut'un yüzü de benimkinin hemen yanındaydı, ama çok farklı bir nedenle. O bir gecede canavara dönüşmüştü.
Kendi kurduğum, karım Cansu Adalet'in de ortağı olduğu şirketin başka seçeneği kalmamıştı. Kamuoyu baskısı muazzamdı. Davut'u kovduk.
Cansu'nun öfkeden deliye döneceğini sanmıştım. Her zaman Davut'un üzerine titrer, ona bir asistandan çok gözdesi olan oğlu gibi davranırdı. Onun gözünde Davut asla yanlış yapmazdı.
Ama kızgın değildi. O gece yanıma geldi, yüzü sakindi ve kollarını boynuma doladı.
"Doğru olanı yaptın, Kaan. Onun ne mal olduğunu görememişim. Gözlerimi açtığın için teşekkür ederim."
Öyle bir rahatlamıştım ki. Ona karşı, sözde aydınlanması için bir sevgi dalgası hissettim. Sonunda en büyük çatışma noktamızın ortadan kalktığını düşündüm. Artık mutlu olabilirdik.
Kutlamak için evde romantik bir akşam yemeği planladım. En sevdiği yemeği pişirdim, pahalı bir şişe şarap açtım.
Kadehini kaldırdı, gözleri mum ışığında parlıyordu. "Bize. Yeni bir başlangıca."
İçtim. Şarabın tadı biraz tuhaftı, acı bir tat bırakıyordu ama aldırmadım. Sadece mutluydum. Sonra oda dönmeye başladı. Uzuvlarım ağırlaştı, düşüncelerim çamura bulandı. Gördüğüm son şey Cansu'nun yüzüydü, gülümsemesi artık sıcak değil, buz gibi ve keskindi.
Pas, dışkı ve açlık kokusuyla uyandım. Başım zonkluyordu. Soğuk beton bir zemindeydim, ellerim arkamdan bağlanmıştı. Mekân devasa, terk edilmiş bir depoydu.
Ve yalnız değildim.
Etrafımda, incecik tel örgülerle tutulan en az bir düzine pitbull vardı. Kaburgaları derilerinden fırlamıştı. volta atıyor, hırlıyor ve çenelerinden salyalar akıyordu. Gözleri bana kilitlenmişti.
"Uyandın mı, uyuyan güzel?"
Yukarı baktım. Cansu, metal bir platformun üzerinde durmuş aşağı bakıyordu. Yanında, bir telefon tutup canlı yayın yapan Davut Muslu vardı.
"Bu ne, Cansu? Neler oluyor, kahretsin?"
Güldü, bir zamanlar bildiğim sıcaklıktan tamamen arınmış bir sesti bu. "Bu adalet, Kaan. Benim adaletim. Davut'a yaptıkların için."
Davut korkuluğun üzerinden eğildi, yüzünde kendini beğenmiş bir tatmin maskesi vardı. "Bakın şimdi büyük kahramana. Değersiz bir kedi için ne kadar da merhametli. Bakalım köpek yemi olurken ne kadar merhametin kalacak."
Kanım dondu. Bu bir şaka değildi. Bu gerçekti. Beni öldüreceklerdi.
Cansu'nun buz gibi gözlerinden Davut'un sadist sırıtışına, sonra da açlıktan ölmek üzere olan köpeklere baktım. Korkumu delip geçen bir isyan dalgası içimi kapladı.
"Beni yıldıramayacaksınız," diye hırladım, sesim boğuktu.
Cansu sadece başını salladı, yüzündeki acıma ifadesi öfkesinden daha aşağılayıcıydı.
"Ah, Kaan. Sen çoktan kırıldın. Sadece henüz farkında değilsin."
Bunun benim hatam olduğunu söyledi. İnatçılığım, kendini beğenmişliğim yüzündenmiş. "Aptal bir hayvan yüzünden iyi bir adamın hayatını mahvettin. Onu toplumdan dışladın. Sana bunu anlatmanın tek yolu bu."
Bir ceza. Bunun adil bir ceza olduğunu düşünüyordu.
Sırada ne olacağını anlattı. Köpeklerin bir haftadır beslenmediğini. Davut bunu tüm dünyaya canlı yayınlarken beni nasıl parça parça edeceklerini. Kendini önemseyen tüm ikiyüzlülere bir ders.
Davut'u düşündüm. Her zaman mağduru oynayışını, her durumu kendini masum gösterecek şekilde nasıl çarpıttığını. Ve karım Cansu, her yalana inanmış, her aldatmacayı el üstünde tutmuştu.
Davut telefonunun kamerasına eğildi, sesi sahte bir sempatiyle damlıyordu. "Şu anda başı biraz dertte gibi görünen Kaan Arslan ile canlı yayındayız. Onunla konuşmaya çalıştık millet, ama o kadar agresif ki."
Cansu başını sallayarak rolünü oynadı. "Davut tanıdığım en nazik ruhtur. O karıncayı bile incitmez. Kaan ise... onun öfke kontrolü yoktur. Buradaki asıl hayvan o."
Midem tiksintiyle bulandı. Şimdi bile beni kötü adam olarak gösteriyorlardı.
"Tek yapman gereken, Kaan," dedi Cansu, sesi buz gibiydi, "dizlerinin üzerine çöküp Davut'tan özür dilemek. Ondan af dilemek. Dünyaya yanıldığını söylemek. Bunu yap, belki o zaman onları durdururum."
Canlı yayın sohbeti şimdiden yorumlarla doluyordu. 'Vay canına, onu iyi bir adam sanmıştım.' 'Davut çok korkmuş görünüyor.' 'Ne psikopat ama.' İnanıyorlardı. Dünya buna inanıyordu.
Onlara, sevdiğim kadına ve koruduğu parazite baktım. İpin bileklerimi yaktığını hissettim.
"Cehenneme kadar yolunuz var," dedim.
Cansu'nun yüzü gerildi. Sakin duruş maskesi çatladı.
"Yanlış cevap," diye tısladı. "Davut, kapıları aç."