Cenk, nişanı zalimce attı. Elif'i ve onun "sakin çiftlik hayatını" küçümsedi. Kibirle, "Sen arena heyecanını, o adrenalini asla anlayamazsın," dedi.
Hakaretin üstüne tüy dikercesine, Elif'in en değerli yadigârını, büyükannesinin gümüş mecidiye kolyesini Şebnem'e vermişti.
Elif, Festival öncesi partide kolyeyi geri istediğinde, Şebnem alaycı bir sırıtışla ve Cenk'in zımni onayıyla kolyenin ipini kopardı. Değerli gümüş para, ezik ve kırık bir halde yere yuvarlandı.
Cenk umursamazca, "Alt tarafı bir eşya, Elif," dedi. "Sana yenisini alırım." Elif'in ne kadar incindiğini, o yadigârın ne anlama geldiğini zerre kadar anlamamıştı.
Herkesin önünde yaşanan bu aşağılanma ve bariz saygısızlık, Elif'in kalp kırıklığını daha önce hiç tatmadığı, için için yanan bir öfkeye dönüştürdü.
Onu zayıf, kolayca yönetilebilen, acınacak bir vaka sanıyorlardı.
Ama Cenk'in "adrenalin" hakkındaki küçümseyici sözleri bir teli titretmişti.
Onlara gösterecekti.
Gücünü ve kimliğini geri alacaktı.
Bu gece, Çukurova Festivali'nin parlak ışıkları altında, Elif Yılmaz gizli yeteneğini ortaya çıkaracak ve sadık atı Tozan ile aslında ne kadar adrenaline sahip olduğunu kanıtlayacaktı.
Bölüm 1
Çukurova güneşi Elif Yılmaz'ın sırtını yakıyordu. Çitlerin sökük bir bölümünü onarırken hissettiği bu sıcaklık ona tanıdıktı. Yıpranmış kot pantolonunu ve çizmelerini bir toz tabakası kaplamıştı; ailesinin nesillerdir sahip olduğu bu zor durumdaki çiftlikte daimi yoldaşıydı bu toz. Üç yıl. Üç yıldır Cenk Atasoy ile nişanlıydı. Giderek bir serap gibi görünen bir geleceğe tutunarak geçirdiği üç yıl. Bu çiftlik, bu ev, sadece yıllar önce Cenk'in babası bir krediyle araya girdiği için onlara aitti. Bu gerçek, her daim havada asılı duran yaz sisi gibiydi.
Küçük kasabalarındaki çoğu insan Elif'i sessiz sakin bir taşra kızı olarak görürdü; tatlı, biraz kendi halinde, ailesine adanmış. Annesi artık hayatta değildi ve babası, canım babası, çoğu zaman kendi sisli dünyasında kaybolurdu. Bu da yükün büyük bir kısmını Elif'in omuzlarına bırakıyordu. O ise kaçışını, kendi kimliğini, toynakların gümbürtüsünde ve varil yarışlarının keskin dönüşlerinde buluyordu. Yargılayıcı gözlerden uzakta, tozlu yerel arenalarda beslediği gizli bir tutkuydu bu.
Birkaç gün önce telefonu Cenk'in numarasından gelen bir aramayla titremişti. Cevap verememişti ama bir sesli mesaj simgesi belirmişti. Yanlışlıkla aramıştı.
Cenk'in kahkahası, gürültülü ve umursamaz. Sonra arkadaşının sesi.
"Yarın Festival mangal partisi var, Elif'i getiriyor musun?"
Cenk'ten bir kahkaha daha. "Bir süre daha göstermelik takılmak lazım. Annemlerin acıyıp durduğu kız işte, anlarsın ya? Yönetmesi kolay, ben uslandım sandıkları için de mutlu oluyorlar."
Bu sözler midesine soğuk taşlar gibi oturmuştu. Acınacak kız. Yönetmesi kolay. O andan beri kendini hazırlıyordu.
Festivalin açılış mangal partisi yarındı. Cenk, babasının şirketi için altı aydır bulunduğu İstanbul'dan bugün dönecekti. Daha önce aramış, sesi mesafeli ve fazla rahat gelmişti. Çiftliğe uğraması gerektiğini, konuşacakları olduğunu söylemişti.
Elif biliyordu.
Babası endişeyle oyulmuş bir yüzle verandaya çıktı.
"Cenk birazdan gelir mi?"
Elif gözlerini kaçırarak başını salladı.
"Bak Elif, onun ailesinin bize çok yardımı dokundu. Anlayışlı olmaya çalış."
Anlayışlı olmak. Artık her şeyi mükemmel bir şekilde anlıyordu.
Yeni, gösterişli bir kamyonet, yavaşça dağılan bir toz bulutu kaldırarak uzun araba yolundan yukarı tırmandı. Cenk şoför koltuğundan indi. Farklı görünüyordu. Daha keskin, daha sert hatları vardı. Üzerindeki şehirli kıyafetler çiftliğin rustik fonuna hiç uymuyordu.
Ve sonra yolcu kapısı açıldı.
Parlak renkler ve gösterişli takılar içinde bir kadın belirdi. Şebnem. Elif'in adını rodeo dedikodu çevrelerinden belli belirsiz hatırladığı biri. Bir festival güzeli.
Cenk, Şebnem koluna yapışmış halde verandaya doğru yürürken Elif'e bir an bile bakmadı.
"Elif," dedi, sesi dümdüzdü.
Şebnem, Elif'i baştan aşağı süzdü, dudaklarında küçük, küçümseyen bir gülümseme vardı.
Cenk aralarında belirsiz bir hareket yaptı. "Elif, bu Şebnem. Şebnem, bu da Elif."
Nezaket beklemedi.
"Bak Elif, sana doğrudan söyleyeceğim."
Bir nefes aldı, gözleri nihayet onunkilerle buluştu; soğuk ve ölçüp biçen bir bakıştı bu.
"Şebnem ve ben hayatın gerçek heyecanına dair bir tutkuyu paylaşıyoruz. Yarışları, o coşkuyu. Sen, o sessiz sakin çiftlik hayatınla, arenanın adrenalinini asla anlayamazsın."
Sanki bir itiraz, bir protesto bekliyormuş gibi durakladı.
Elif sadece orada durdu. Zihninde büyükannesinin gümüş mecidiye kolyesinin ezik görüntüsü canlandı; Cenk'e verdiği o kolye. En önemli yadigârıydı, bir mirasın, bir gücün simgesiydi. Cenk karşılığında ona basit bir altın bilezik vermişti.
"Yani," diye devam etti Cenk, sesinde sabırsız bir tonla, "nişan bitti."
Şebnem sırıttı, büyük, cafcaflı kemer tokasını düzeltti.
Elif'in üzerine tuhaf bir sakinlik çöktü; fırtına koptuktan sonra gelen o sakinlik. Sesli mesaj gök gürültüsüydü; bu sadece yağmurdu.