Demir "Gölge" Aslan’a on beş yaşımdan beri aşıktım. O, Aslan suç ailesinin veliahtıydı, ben ise babasının en güvendiği adamı Levent Koral’ın kızıydım. Bizim dünyamızda o benim Reis’imdi, kaderimdi. On altı yaşımdayken, Aslan ailesinin bir yardım balosunda bunun teyit edildiğini gördüm. Ağır ve ölümcül bir iskele parçası, tam tepemde gevşeyip koptu. Demir, pahalı bir yün takım elbise ve ham bir güçten ibaret bir bulanıklıkla, şimşek gibi hareket etti. Kolumu demir gibi bir güçle kavrayıp beni geri çekti. Tam o anda, metal parça az önce durduğum yere çakıldı.
Hiçbir şey söylemedi. Sadece aşağıya, bana baktı. Karanlık gözleri beni süzerken, titreyen ellerime gümüş bir para attı. Üzerinde Aslan arması damgalıydı. Sessiz, sahiplenici bir iddia. Benim koruyucum. O parayı her zaman yanımda taşıdım, ortak geleceğimize giden kutsal bir bağ gibi.
On sekizinci yaş günümde, şampanyanın ve aptalca bir cesaretin verdiği güçle her şeyi itiraf ettim. Onu öptüm. O ise her şeyden çok sıkılmış gibiydi, dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış vardı. "Yirmi iki yaşına gelip okulunu bitirdiğinde," dedi, alçak, gür sesi içimde titreşirken, "eğer hâlâ bu... sadakatin devam ediyorsa... kaderlerimizi birleştirmeyi düşünebilirim."
Bir Reis’in emri.
Onun bu umursamaz sözlerini kutsal bir yemin, ailelerimizi birleştirecek görücü usulü bir evliliğin vaadi olarak kabul ettim. Bütün hayatımı bunun üzerine kurdum. İmparatorluğunun kalbine daha yakın olmak için İstanbul’daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne gittim. Dört yıl boyunca mesleğimi mükemmelleştirdim, bekledim.
Bu gece yirmi ikinci yaş günümdü. Her şeyin doruk noktası. Onun yeni yasal paravan şirketi için mükemmel bir logo tasarlamıştım; hem güzel hem de korkutucu olan şık, modern bir amblem. Bu, benim kağıda dökülmüş ruhumdu, bağlılığımın bir kanıtıydı. Aile bağımızı mühürleyecek bir hediye.
Şimdi, özel odasının dışında dururken gerçeği duydum.
"O kız bir baş belası, Vural," Demir’in sesi öfkeyle doluydu. "Bu takıntılı sadakati başımıza bela."
"Peki, plan ne, Reis?" diye sordu sağ kolu Vural.
"İpek hırslı bir kadın. Rolünü oynayacaktır. Bir nişan duyuracağız. Bir de bebek. Bu, küçük Koral kızını sonsuza dek korkutup kaçırmaya yetmeli. O bu işler için fazla... saf. Bu onun kendi iyiliği için."
Bir kadın boğuk, kendinden emin bir sesle güldü. İpek Soykan. Dışarıdan biri, bir sosyete tırmanıcısı. "Merak etme, Demir. Çok inandırıcı olacağım."
Nefesim boğazımda düğümlendi, acı verici, keskin bir şey. Sunduğum hediye, logo, ayaklarımın dibinde unutulmuş yatıyordu. Cebimdeki gümüş para aniden buz gibi geldi.
Arkamı döndüm ve uzaklaştım. Koşmadım. Hareketlerim sanki bana ait değilmiş gibiydi, sanki başka birini izliyordum. Kulübün ağır kapılarını itip İstanbul yağmuruna çıktım. Hava soğuktu ve elbisemi saniyeler içinde sırılsıklam etti, ama hissetmedim.
Çantamdaki telefonum titredi. Demir. Sonra abim, Levent. Telefonu susturup çantanın derinliklerine ittim.
Sadakatimi istemiyordu. Beni hayatından çıkarmak istiyordu. Ben de öyle yapacaktım. Bu bağı kendim koparacaktım.