O günün ilerleyen saatlerinde, mazoşist bir dürtüyle Instagram'da gezindim.
Ceyda Sancak'ın hikayesi.
Bir restoran masasına tünemiş yeni bir Hermès Kelly çanta.
Altyazı: "Değerli hissetmek #PatronKıyakları."
Gözlerimi kapadım, ağzımda acı bir tat vardı.
"Lale, benimle gelmen gerek," dedim telefonda.
Lale Çetin, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki günlerimizden beri en iyi arkadaşım.
Son derece sadık, acımasızca dürüst. Mert'ten nefret ederdi.
"Nereye gidiyoruz, Elif'im?" diye sordu, sesi sıcaktı.
"Sadece bir araba yolculuğu. Görmem gereken bir yer."
Doğuya, Boğaz'a doğru sürdük.
Manzara nefes kesici, vahşi ve görkemliydi.
Boğaz'a bakan, uzakta karla kaplı bir nöbetçi gibi duran Çamlıca Tepesi'ne bakan sakin bir anıt parka vardık.
İnternette bulmuştum. Sessiz, huzurlu.
Kesintisiz manzarası olan, geniş bir meşe ağacının altındaki küçük bir arsaya işaret ettim.
"Şurası, Lale."
Bana baktı, kafası karışmıştı. "Elif, bu ne?"
Arabasında oturduk, sessizlik ağırdı.
Derin bir nefes aldım ve ona anlattım.
Teşhisi. Prognozu. Her şeyi.
Yüzü buruştu. Yanaklarından yaşlar süzüldü.
"Hayır, Elif. Hayır. Bir yanlışlık olmalı."
Şok, keder, çok fazlaydı.
Daha öncekinden daha yoğun, yakıcı bir acı içimi delip geçti.
Nefesim kesildi, yan tarafımı tutarak arabanın kapısına yığıldım.
"Elif! Aman Tanrım! Seni acile götürüyorum!" diye bağırdı Lale, sesi panikle titriyordu.
"Hayır," diye başardım, dişlerimin arasından. "Eve. Lütfen. Kendi yatağıma."
Tartıştı, yalvardı ama ben kararlıydım.
Beni arabaya bindirmesine yardım etti, hareketleri panik ve öfkeyle sarsaktı.
Arabayı sürerken telefonunu çıkardı, parmak boğumları bembeyazdı.
Mert'i aradı.
"Seni adi herif!" diye bağırdı sesli mesaja. "Elif hasta! Gerçekten hasta! Ve hepsi senin lanet olası suçun! O bencil kıçını kaldır da evine gel şimdi!"
Etiler'deki evde, bir battaniyeye sarılı halde kanepede yatıyordum ki Mert nihayet geldi.
Sinirli, sabırsız görünüyordu.
"Lale aradı. Yine drama yaptığını söyledi. Bu sefer ne oldu?"
Cevap veremeden kapı zili çaldı.
Mert açtı.
Ceyda Sancak kapının eşiğinde duruyordu, tasarım bir elbise içinde bir hayal gibiydi.
Elinde Macrocenter'dan alınmış pahalı organik meyvelerle dolu bir sepet taşıyordu.
"Mert, strateji kahvaltımızda senin iyi olmadığını söylüyordu, Elif," dedi Ceyda, sesi sahte bir endişeyle damlıyordu. "Umarım bu yardımcı olur."
Odaya daldı, gözleri kanepedeki zayıf halimi süzdü.
Zayıf, alaycı bir kahkaha attım. "Strateji kahvaltısı mı? Artık ona böyle mi diyorsunuz?"
Mert tersledi, "Elif, terbiyen nerede?"
"Senin terbiyen çalışanlarınla yatıyor mu, Mert?" diye karşılık verdim, sesim şaşırtıcı derecede güçlüydü.
Ceyda'nın gözleri doldu. Kurbanı mükemmel oynadı.
"Mert, ben... ben sadece yardım etmek istemiştim."
Mert kolunu onun omzuna attı. "Ceyda ile gidiyorum! Bu ev senin bitmek bilmeyen negatifliğinle çekilmez hale geldi!"
Verandaya çıktı, telefonu zaten kulağındaydı, bir iş görüşmesi yapıyordu.
Ceyda bana doğru eğildi, gülümsemesi gitmiş, sesi zehirli bir fısıltıydı.
"Biliyor musun, o sevdiğin iğrenç bej kanepe? Mert'e gitmesi gerektiğini söyledim. Çok demode."
Gözleri kötülükle parladı.
"Ve misafir odası mı? Lütfen. Son bir yılda senin evlilik yatağında senden daha fazla gece geçirdim, canım."
Durakladı, sözlerinin batmasına izin verdi.
"Zevkimin çok daha rafine olduğunu söylüyor. Biliyorsun, yeniden dekore ediyor. Benim için."
İçimde bir şeyler koptu.
Son gücümün her zerresini toplayarak uzandım ve ona bir tokat attım. Sertçe.
Ses sessiz odada yankılandı.
Ceyda çığlık attı, yanağını tutarak.
Mert içeri daldı, yüzü öfkeyle kapkaraydı.
"Elif, aklını mı kaçırdın?!"